10 Nisan 2025 Perşembe

AYAK SESLERİYLE YAŞAMAK




Hiç bitmez bu ayak sesleri,
Mutfaktan gelen koku
Annenin yaptığı ilk cevizli kekin,
Babanın gülümseyen yüzü, 
Kapıda seni bekleyen
İlk bisikletin ayak sesidir.
Gönlüne saplanan güzel gözler
Yaklaşan ilk aşkın,
İnciten acı sözler
İlk hayal kırıklığının ayak sesidir.
Bir bebek çığlığı yükselir birgün
Doğum odasından,
Bu ilk sorumluluğunun,
Sırtında taşıdığın bebek yatağı
İlk yorgunluğunun ayak sesidir.
An olur cehalet çizmeleri gezinir
Özenle koruduğun değerler üzerinde,
Ve değiştirmeye gücün yetmez,
Çocuğunun yüzüne bakarsın endişeyle,
İşte bu,geleceğe ilişkin umutsuzluklarının
İlk ayak sesidir.
Sonra o gün gelir,
Bir doktor alır beyaz dosyayı önüne,
Anlamadığın Latince soslu yorumlar yapar,
İşte bu belki de
Yaklaşan ilk karanlıkların ayak sesidir..
Uzun lafın kısası,
Ayak sesleri hiç bitmez,
Yaklaşan ayak sesleri ile yaşamaktır hayat.


KÜÇÜKKUYU,HAZİRAN 2021     

SİYAHLI KADIN




Yıllık şirket uygulaması işte,
Check up sonrası kahvaltı için
Alt kata iniyorum,
Girişteki kafe
Bir hastaneye göre
Oldukça sakin ve sessiz,
Köşede bir yere ilişir ilişmez
Yan tarafta kahvesini yudumlayan
Yaşlı ama bakımlı kadın dikkatimi çekiyor,
Elindeki kitabı okumaya çalışıyor ama
Aklı başka bir yerde gibi,
Beyaz ipek bluzu,  
Siyah ve şık etek ceketi,
Kıyafetini tamamlarken,
Zarif Vakko eşarbı ile boynundaki kırışıklıkları,
Siyah ve iri gözlükleri ile de
Gözlerindeki huzursuzluğu örtmeye çalışıyor,
Babamın değimiyle;
‘Caminin minaresi yıkılmış ama
Mihrap yerinde ‘ yani..
İzlediğimi hissediyor ve bana doğru dönerek,
Kahvesi fena değil dene istersen,diyor,
Sonra devam ediyor;
Eşim operasyonda onu bekliyorum.
Kısa bir sessizlikten sonra
Dudaklarımı zorlayarak yaratmaya çalıştığım
Bir umut gülümsemesiyle
Bakıyor ve geçmiş olsun diyorum,
Devam ediyor;
Açık kalp ameliyatı,
Üç damarı değişiyor,
İkimiz bir hafta arayla aldık kötü haberleri.
Sizin neyiniz var?
Onu hiç sorma.!
Benimki,Allah’tan ümit kesilmezin
Bir üst aşaması yani..
İki ayrı doktor
Yorgun, umutsuz ama alışkın ifadelerle
Paylaştılar acı gerçekleri,
Sonrada, işim bu! dercesine
Kibarca terkettiler odayı,
Arkalarında kalan cevapsız sorularımızı
Çok da merak ettiklerini sanmıyorum.
Bize gelince,
Gerçeklerin,söylenenlerde değil 
Söylenmeyenlerde gizlendiğinin bilinciyle
Bakakaldık birbirimize.
Eşimin sorunu daha acil olduğu için
Önceliği o aldı.
Ya siz ? diye soruyorum,
İri gözlüğünü
Hafifçe aşağı kaydırarak devam ediyor,
Göz torbalarının görünmesini istemiyor sanıyorum,
Ben galiba bu yüzü bir yerden tanıyorum..
Kadın devam ediyor,
Henüz plan yok,
Zaten yaşlanırken ilk öğrendiğin şey
Altmışından sonra uzun geleceği,
Yetmişinde ise
Bir sene sonrasını planlamamak oluyor.
Ya sonrası? diye soruyorum bir cesaretle,
Sonrasında, en iyi planın
Plan yapmaktan vazgeçmek olduğunu keşfediyorsun,
Bir kelebek gibi yani,
Hiçbirşeyi kafana takmadan
Rüzgara karşı çırpıp duruyorsun kanatlarını..
Sandalyemi kadının masasına yaklaştırarak soruyorum,
Yakınlarınız,akrabalarınız ?
Tek kardeşimi kaybettim diyor,
Çocuğumuz olmadı,
Akrabalara gelince,
Özel bir kaç kişiyi çıkarırsan,
Bence gerisi yalan zaten,
Eşten dosttan bahsedecek olursak,
Yaşamının özetini
Ölüme yaklaştığını hissettiğinde anlıyorsun,
İşte o anda aklına sadece bir kaç kişi geliyor,
Arkanda bıraktığın çoluk çocuğu saymıyorum,
Onlar senin sorumlulukların,
Senin sevdiklerindir,
Oysa yaşamın gerçek özeti,
Seni sevdiğini kanıtlamış olanlar,
Yani ,seni gerçekten sevenlerdir,
Ölümün ayak seslerini duyduğunda,
Aklına önce onlar gelir
Ve sen buna şaşırırsın..
Yani yaşamı süt gibi düşün,
O bir kaç kişiyi çıkarırsan
Beyazlığını yitiriyor,
Gerisi sudan ibaret kalıyor yani,
Ama maalesef gençliğinde
Sen sütün tamamını beyaz zannediyorsun.!
Böyle durumlarda en güzel sözün
Sessizlik olduğunu düşünerek
Bir süre susuyor ve sonra
Elindeki kitabı soruyorum?
Şiir kitabı diyor.
Şiirle ilgileniyor musun?
Ben aslında roman okumayı
Tercih ederim diyorum,
Kadın devam ediyor;
Şiir ve romanın en belirgin farkı
Duygu tasarrufudur,
Biz herşeyi tasarruf eden bir nesiliz,
Plastik kutu biriktirenlerin
Son kırıntılarıyız yani..
Anlayamadığımı ifade eden
Bir soru formuyla bakıyorum,
Kadın konuşmayı sürdürüyor;
Şiir ,duyguları en cimri ifade etmenin yoludur,
Kısa satırlara
Akılda kalabilecek mesajlar yüklemektir,
Okuması kolay,yazması zordur,
Taşı gediğine iyi koyacaksın yani..
Ama duygular ve alışkanlıklar
Zamanla değişmiyor mu?
Biz de çocuklarımıza…derken sözümü kesiyor,
O halde neden son otuz yıldır,
Ruhumuza kara saplı bir bıçak gibi oturan
Yeni şarkılar ve türküler çıkmıyor?
Cesaretimi topluyor ve
´Belki de ihtiyaç yok` diyorum,
Kadın elime dokunarak gülümsüyor,
İyi ama o halde neden
Ada sahillerinde dolaşıyorsunuz hala?
Şadiye’ye bir alternatif yok mu yani?
Elifsu ve Efecan’lara neden şarkı üretilemiyor?
Bence Yıldırım Gürses’in SON MEKTUBU
Sizin deyiminizle bir kırılma noktası oldu,
Sonrasında ne duygu kaldı geriye
Ne de gönül çiçeklerini sulayan sevgiler..
Bu tatlı söyleşiyi acı bir telefon sesi kesiyor,
Kadın, öyle mi, geliyorum
Diyerek yerinden doğruluyor,
Yüzümü sevgiyle okşuyor,
Ne kadar güzel bakıyorsun,
Seninle konuşmak,
Gerçi sen pek konuşmadın ama
Yine de bana iyi geldi,
Sen kafana takma sakın,
Önündeki uzun yılları düşün,
Mevlana ne demiş?
‘Ölür ise ten ölür,can ölesi değil’
Kalkıyor ve yaşlı bedenini zorlayarak
Dik durmaya çalışıyor ve köşeden kayboluyor.
Benimle eski yıllarına döndü,
Genç görünmeye çalışıyor sanıyorum,
Ben bu yüzü bir yerden tanıyorum..
Arabayı çalıştırmadan önce
O şarkıları buluyorum,
‘Anla artık anla beni,unut bütün geçenleri’
Bu kafayla şirkete dönmek zor,
Aklımda kadının yaşadıkları,
Kalbimde günü özetleyen acı bir yakı,
Sadece yalnız kalmak ve düşünmek istiyorum,
Belki boğazda bir istavrit
Ve bir duble rakı..




YAKACIK,HAZİRAN 2021

UMUT KÖŞESİ









7.15 gibi çıkardın kapıdan,
Uzun ve ince topuklu ayakkabılarınla
Aşağı süzüldüğünde
Tam 18 basamak sayardım.
Önce makyajının altına gizlenen
Beyaz ve sisli yüzün görünür,
Sonra yoğun parfümünün
Kokusu yayılırdı ortalığa.
Ben apartmanınızın köşesinde
Özenle kendimi gizlerdim,
En büyük endişem
Varlığımdan tedirgin olmandı,
Umutlarımı ertesi sabaha taşıyamamaktan
Deli gibi korkardım yani..
Arada bir göz göze geldiğimizde
Metal bakışlarınla
Aramıza koyduğun
Aşılmaz asmalı köprülere alışmıştım ama
Yine de içim ölesiye acırdı.
Sonra yavaşça arabanın anahtarını çıkartır,
Uzun ve pembe tırnakların
Kırılmasın diye özenle tutardın,
Oysa ben o an
İçimdeki fırtınayı koyacak yer bulamazdım.
Gaza basıp uzaklaştığında
Ardında buğulu bir boşluk sezilirdi,
Sonra araban köşeden hızla döner
Finalde içim ezilirdi..






YAKACIK ,MAYIS 2021

BOŞLUK







O sarı evin köşesinde beklerdim seni,
Çünkü eviniz en iyi oradan gözükürdü,
Sonra an gelir
Uzun , ince boynun
Ve kış beyazı kollarınla
Bir kuğu gibi süzülürdün pencereye,
Gri bulutlara bakardın en çok,
Sanki ellerini açıp uçacak gibi.
Elinde hep bir cigara
Gözlerinde gizemli bir boşluk olurdu.
İşte o anlarda ben
İçinde yerimi çalan o boşluğu
Deli gibi kıskanırdım.
Nisan yağmurları çiselerdi ince ince
Sarı evin köşesinde ıslanırdım..


İSTANBUL,SUADİYE MART 2021

BÖYLE DE YÜRÜNÜR MÜ








 

Boşu boşuna yürümem ben öyle,
Düşünüp de yapamadıklarınızı
Yürürken ben yaparım.
Mesela, televizyon programlarında
Kızıp da veremediğiniz cevaplar var ya!
İşte o cevapları ben veririm.
Trafik bir sıkışmaya görsün,
Derhal bazı evleri yıkar,
Yerlerine yollar, parklar yaparım.
Bitmemiş inşaatlar varsa merak etmeyin,
Onları da ben bitiririm.
Bir yaşlı çift görürüm bazen,
Yorgun ve umutsuz gözlerle 
Çare arayan,
Köşeye derhal bir poliklinik yaparım.
Ayrıca uygun gördüğüm her mahalleye
Okul ile kreş
Bir de bakım evi kondururum,
Üstelik bunları bol keseden yaparım,
Param hiç mi hiç bitmez yani..
Sonra yorulurum haliyle,
E...onca iş ,kolay mı ?
Ara sokaklarda
Nefes almak için
Maskemi açarım bir ara,
Ama o sırada da boş durmam,
Göklere yağmur bulutları,
Sokaklara demokrasi umutları ekerim.
Mutsuzlara sıcak el,
Barajlara sel olurum.
Kapılardaki kelepçeleri açar,
Yerlerine güller saçarım.




Düşünce suçlularını serbest,
Yasakları derdest ederim.
Medeni dünyaya elimi,
Sahtekarlara dilimi uzatırım yani.
Ayrıca,
Çocuklara gelecek
Emeklilere gülecek ülkeyi de
Yine ben yaratırım.
İnanmayacaksınız ama,
Hani Fener'in
O verilmeyen golleri var ya!
Onlar da benim sayemde VAR'a gider.
Hadi bunlar neyse,
Ya tersanelerde ürettiğim uçak gemilerine ne demeli ?
Yok artık, abartma..

İSTANBUL SUADİYE , OCAK  2021

SAKIN DOKUNMA



                


Ben, yüzündeki o izlerle sevdim seni,
Kimbilir kaç kere dolaşmıştır ellerim,
Senin kusurları
Benim seni bulduğum o ayrıntılarda.
Sakın dokunma onlara, ne olursun,
Bilirsin ben çabuk kaybolurum
Tanımadığım yollarda,
Sonra pişman olursun,
Gözlerimi kaçırırım
Gözlerine bakarken
Kavrulursun..

İSTANBUL  SUADİYE ,ARALIK  2020

AŞK SABIR İSTER




Balıkesir ,İstanbul uçuşu 45 dakika,
Uçağın kapıları kapanıyor,
Koridor tarafında oturuyorum,
Yanımdaki kotuklarda,iyi giyimli,
Orta yaşlı bir adam,
Yanında sevimli bir genç,
Sanırım baba oğul,
İkisi de telaşlı,planlar yapıyorlar birlikte,
Evlilik,belki nişan..
Uçak pistten hareket ederken,
Çocuk yavaşça soruyor,
'Baba,aşk mutlu olmaya yeter mi sence?'
Zor yerden sordun diyor baba,gülümseyerek,
Çocuk devam ediyor,
Sen anneme aşık oldun mu yani?
Adam kafasını hafifçe kaşıyor,
Sonra yanıtlıyor,
'Oğlum,dünyada üzerine
En çok söz söylenen konu aşk'
Söylenmemiş bir laf kaldı mı bilmiyorum,
Aslında, aşkı depreme benzetirim ben,
Bir anda başlar,sonra şiddetlenir,
Sonra da aynı hızla yavaşlar ve biter.
Yaşadığı an uzun gibi gelse de,
Depremler kısa sürer aslında.
Ancak, bazen şiddeti büyük ve yıkıcı olur,
Yıkıntıların altında kalmak ihtimali de var yani!
Öyle ki, 'Orada kimse yok mu?'
Diye bağırdıklarında bile,
Duymayacak kadar gömülebilirsin bazen
Buğulu düşlerin enkazına..
Genç adamın suratı biraz asılıyor,
O sırada uçak tübülansla sarsılıyor,
İnsanlarda huzursuz bir kıpırdama,kemerler,ikaz,
Ve devam ediyor çocuk,
Kafam karıştı biraz!
Bu kadar zor mu yani?
Baba çocuğa,yapılan anonsu işaret ediyor,
Bulunduğun yerdeki hava koşullarına bağlı..
Ani başlayan herşey,genelde aynı hızla
Bitme özelliği taşır.
Aşkı yaşatabilmenin yolu ise
Onu sürdürülebilir kılmaktan geçer, unutma!
Sen o tepedeki şiddeti asla sıfırlamayacaksın,
Aşkın temeli sağlam,
Kolonları güçlü olacak,
Ama deprem hafifçe sallamaya devam edecek..
'Barajları düşün' diye devam ediyor baba,
Baraj inşaatları dinamitle başlar,
Aynı aşk gibi şiddetle,
Sonra su tutmak için duvarlar örülür,
Su yavaş yavaş birikir,
Sonra,sabırla ve sevgiyle,
Suyun dolmasını beklersin,
O biriken su,
Sevginin çevresindeki ekinleri besler,
Bazen su azalır barajda,endişelenirsin,
Gün gelir yağmurlar kesilir,
Kuraklık korkusu düşer sevginin üzerine,
İşte o an sen yılmadan
Ve umudunu hiç yitirmeden,
Son damla su kuruyuncaya kadar
Sonbahar yağmurlarını bekleyeceksin,
Barajı yapmak yetmez,
Onu gözün gibi koruyacaksın yani,
İşte gerçek sevgi budur evlat,
Sabır ve emek ister..
Bir sessizlik oluyor,
Baba,çocuğun omuzunu okşayarak devam ediyor,
Senin çok daha iyi anlayacağın
Başka bir örnek;
Maçları düşün mesela,
Bazen ilk beş, on dakikasında
Çılgınca saldırır,
Belki de gol atarsın,
Ama maç doksan dakikadır,
Sen bir ömrü sığdıracaksın
O doksan dakikaya,
Yaşanmışlıkların izleri doldurcak
Sahanın çimlerini,
Maçın sonuna kadar aynı istekle koşacak,
Sahada basmadık yer bırakmayacaksın yani,
Öyle ki, sakatlansan bile
Kalkıp devam edeceksin oyuna.
Sonra yavaşlıyor ve sesi hafifçe titriyor;
Ama her maçın sonu gelir,
Uzatma dakikaları için tabela kalkar,
Hakem süreyi bazen uzun,
Bazen de kısa tutar,
Ama beklenen ölüm düdüğü çalar sonunda..
Babanın sesi hüzünleniyor,
Yutkunarak devam ediyor,
Kaçış yok yani,
Sen son düdüğe kadar
Sevgiyi canlı ve diri tutacaksın..
Çocuk başını babasının omuzuna yaslıyor
Ve hüzünlerine dokunuyor sevgiyle.
Peki baba ,aşk ve sevgi farklı şeyler mi ?
Aşk nedir,sevgi nedir ?
Aşk zafere götüren başlangıç ve ilk heyecan,
Sevgi ise doksan dakikadır.
Birbirlerini tamamlarlar yani..
Peki sürdürülebilir bir sevgi için
Bana ne tavsiye edersin baba ?
Neyi farklı yapmalıyım,söyler misin ?
Baba,oğlunun yüzünü sevgiyle okşuyor
Ve devam ediyor,
Bence çok kolay,
Herşeyi zorlaştıran biziz aslında;
İçindeki sevgi sözcüklerini paylaşırken cömert,
Eleştirileri yaparken cimri olacaksın,
Sevgiyle merhameti asla karıştırmayacaksın,
Merhamet sevgiyi çürütür çünkü,
Daima sevgiyi öne çıkartacaksın,
Bu çok yaptığımız bir hata değil mi?
Aklımız başımıza hep sonradan gelir,
Doğru zamanlarda doğruları yapmaz,
Sevdiklerimize güzel şeyler söylemeyi,
Onları kaybettiğimizde
Veya kaybetme korkusu duyduğumuzda hatırlarız..
Mezar başlarında sevdikleriyle konuşanlara
Bir sor bakalım,
Sevdikleri yaşarken,orada söylediklerinin
Ne kadarını paylaşmışlardır mesela ?
Deden derdi ki ;
Büyüklerinin mezarı başında ağlayanlar,
Eksik yaptıkları ve yapmadıkları şeyler için
Kendilerine ne kadar kızıyorlarsa
Gözyaşları da o kadar fazla olur.
Bu sözün doğruluğuna
Ben de defalarca şahit oldum.
Aslında bunu test etmek için 
Ölüm de şart değil,
Terkedildiğinde'sensiz yaşayamam'
Diye ağlayanlar,
Birlikteyken kaç kere bir demet gül alıp
Gitmişlerdir sevdiklerinin yanına..
Ama gün gelir,
Tüm çiçekleri sersen önlerine
Çok geç olur..
Sahip olduğun sevgileri
'Kazanılmış hak' olarak görmeyeceksin evlat,
'Nasılsa o benim,bir yere gitmez'
Demeyeceksin.
Gitmeleri ile en çok can acıtanlar,
Hiç gitmeyeceklerini düşündüklerindir..
Asla kaybetmeyecekmiş gibi planlar yapacak,
Her an kaybedecekmişsin gibi
Titreyeceksin sevdiklerinin üzerine,
O zaman aşk ölümsüz,
Sevgi de sürdürülebilir olur işte..
Kemerleri bağlıyoruz,
Uçak piste değerken
Baba yavaşça kulağıma eğiliyor,
Beyefendi umarım kafanızı şişirmedik!
Çok güzel bir konuşmaydı diyorum,
Söylediklerinizden çok etklendim,
Oğlunuz sizin gibi bir babası olduğu için
Çok şanslı,
Özellikle 'aşk' tanımınız bir harika.. 
Yarın eve dönüşte
Sarı laleler alacağım galiba..
Ayağa kalkıp çıkış kapısına yöneliyorum,
Uçağın koridorlarında 
Eski bir şarkı çalıyor hafiften,
'Hiç bir şeyde gözüm yok
Sen yanımda ol yeter'
Şimdi moda oldu,
Ne güzel buluyorlar bu eski şarkıları
Şaşırıyorum,
Uçağın açılan kapısından,
Hafif bir rüzgar vuruyor,
Konuşmalar etkiledi beni galiba,
Üşüyorum..




ARALIK  2020  İSTANBUL

SÖZ





Birgün güllerle karşılarım seni,
Merak etme,sözüm söz,
Ama şimdi zamanı değil,
Vakit henüz erken,
Yani iyi olur dönüp gidersen.
İnanmazsan
İmzamı atarım
Bulutlarla gökyüzüne,
Sonra tarayıp gönderirim sana
Nereye istersen..




İSTANBUL, EKİM 2020

MAHENDRA



Hindistan üzerinde hep türbülans olur,
Kimbilir belki de Tanrı aşağıdaki sefalete dikkat çekiyordur..
İnişe iki saat var,biraz uyusam,
Sallanan uçağın titreşimleri ve
Alttaki bulutların beyazlığında
Gözlerim kapanıyor bir ara.
Kemer ikaz sesi ve anonsla uyanıyorum,
Dağların arasından süzülerek iniyoruz,
Nameste..
Kathmandu'ya hoş geldiniz.
Everest'e giden dağcılar
Ve çekik gözlü turistlerle birlikte,
Islak bir bant üzerinde
Yorgun dönen bavullarımıza ulaşıp,
Şehrin nemli ve duman kokulu karmaşasına karışıyoruz.
Havada sabahın ince soğuğu
Ve gün doğarken tapınaklarda yakılan ölülerin kokusu,
Yollarda fareler,maymunlar ve insanlar,
Anlaşılmaz ve garip bir uyumla
Ve bir barış sessizliğinde
Hep birlikte yürüyorlar..
Otel şehrin biraz dışında,
Yerleşip şehri dolaşmak için sabırsızlanıyorum,
Yarın yolculuk Pokhara'ya,
Mahendra ile buluşacağım.
Bavulları nemden ıslanmış yatağın üzerine atıp,
Yürüyen insanlara karışıyorum..
Akşam otele döndüğümde,
Aklımda şehirden ne kaldı diye düşünüyorum,
Herhade burası' ölümden önceki son durak'
Sonra cevabını bilmediğim bir soru soruyorum ;
Herşeye rağmen insanlar neden bu kadar sakin ve huzurlu?
Sabah beni Mahendra'ya ulaştıracak eski araca biniyor
Ve ince yollardan kıvrıla kıvrıla
Pokhara'ya doğru ilerliyoruz.




Burada öyle trafik,kural falan hak getire,
Her virajda heyecan,
Görünmez kaza yani..
Korkulu saatler sonrası
Eski ve görkemli bir ahşap evin önünde duruyoruz,
Ağır kapıyı açan orta yaşlı kadın,
Hindu selamıyla buyur ediyor,
Karanlık bir koridorun ardından,
Tütsü kokuları arasında,
Bir şöminenin karşısında oturan Mahendra'yı görüyorum,
Şöminenin ışıkları,
Beyaz ve görkemli sakalının üzerindeki kırışıkları,
Daha da belirgin hale getiriyor.
Mahendra,önce beni büyük bir dikkatle süzüyor,
Sonra,aksanlı ama düzgün bir İngilizce ile,
Türkiye'den geliyormuşsun ,diyor,
Atatürk'ün ülkesi..
Şaşırıyorum!
Sonra devam ediyor :
14 yaşındaydım, 11 kasım 1938,
Babam elimden tutmuş yürüyorduk,
Dün bir yıldız kaydı,dedi,
Sonra öyle bir hayranlıkla anlattı ki Atatürk'ü,
Bir daha hiç unutmadım.
Ama diyorum,şimdi biraz endişelerimiz..
Sözümü kesiyor,
Biliyorum diyor,takibediyorum,
Sakın korkma!
Yapraklar gün gelir dökülür gider,
Oysa hayatı sürdüren köktür,
Düşünsene,
Osman'lı nın kuruluşundan sonra çok daha görkemli
Nice padişahlar gelmiş,
Ama imparatorluk yıkılana kadar,
Adı ve ilkeleri kurucusuyla anılmış,
Sizin devletiniz bir Atatürk cumhuriyeti,
Akşam olur,gün batar,
Kara gölgeler sırayla kaybolur,
Ama Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalır..
Mahandra'nın tarih bilgisinin şaşkınlığında,
Evet ama insanlar korkuyor,
Başka ülkelere gidiyor,diyorum.
Korku iyidir diyor Mahandra,
Sadece aptallar korkmaz,
Ancak, cesaret korkularla başa çıkmaktır, unutma..!
Başka ülkelere gitmeye gelince,
Korku ve endişeleri nedeniyle bırakıp gidenler,
Bence mücadele gücü eksik insanlardır,
Evlenirken,’iyi günde,kötü günde’sözü verdiğin eşini,
Kötü günde terketmek gibi yani.
Dedelerinin uğruna savaştıkları toprakların
Evlilik kadar değeri yok mu?
Düşüncelerinle birlikte gittiğinde ise,
Gittiğin yere endişelerini de taşırsın,
Uzun lafın kısası,
Nereye gidersen git,
Asla kendinden kaçamazsın,
En değerli varlığın,öz güvenin,
Geride kalır yani..
Demek ki, 'tebdili mekanda ferahlık yok'
Diye mırıldanıyorum,
Anlamıyor,ata sözü diyor ve devam ediyorum,
Ama insanlar mutlu olmak için alternatifler..
Mahandra yine sözümü kesiyor,
Neden sürekli mutluluğu ve sorunsuz yaşamı arıyorsunuz?
Doğanın kurgusu bu değil ki.!
Tanrı insanları problemsiz yaşasınlar diye yaratmamış,
Hayat,sorunlar içerisinde yol almak üzerine kurgulanmıştır,
Yani,mutluluğun doğada bir karşılığı da,
Bir tarifi de yoktur.
Mesela diyor, Mahendra,
Çölde susuz kalan insan suya kavuştuğunda mı daha mutludur,
Yoksa,zengin babasından büyük bir hediye alan çocuk mu?
Gözü gören bir insan,
Kör olup sonradan gözü açılan bir insanın mutluluğunu
Ne kadar hissedebilir?
Sancıdan kıvranan bir kanser hastasının
Morfinle kesilen acısı nedeniyle yaşadığı anlık mutluluğu
Nereye koyacaksın yani?
Dikkat et diyor Mahendra,
Gerçek mutluluğun kökeninde
Kaybettiğin şeyleri tekrar kazanıp
Değerini anlamak ve acı çekmek yatar,
İşte bu kadar basit..
Yeşil çayını yudumluyor ve devam ediyor,
Yurt dışında yaşamaya gelecek olursak,
Ben yurt dışında mutlu görünenlere çok rastladım,
Ama gerçek anlamda huzur bulanı hiç görmedim.
Aslında gittiğin yerde hep sorgulanırsın,
Açıkça söylemezler ama hissedersin,
Çocuklarının adını değiştirir,
Kimliğini açıklamaktan bile çekinebilirsin,
Yüzüne güler, seni kabullenmiş görünürler,
Ama sabırla ilk hatanı beklerler,
Ve gün geldiğinde paket açılır
Ağızlardaki baklalar dökülür,
Bilmene rağmen gözardı ettiğin farklılıkların
O zaman yüzüne vurulur yani..
Diyelim ki vaz geçip geri döndün,
İşte o  zaman da kendi ülkende, 
İsminin yanına koyulan soru işaretleriyle yaşarsın,
Neden gittiğin ve niye döndüğün sorgulanır bu defa..
Kuruyan dudaklarımı yeşil çayla ıslatıp mırıldanıyorum,
'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun'yani..
Anlamıyor, ata sözü diyor ve soruyorum,
Peki Mahendra,hayatın anlamı ve ölüm bunun neresinde?
Gülümsüyor,
Beklenen soru geldi diyor,
Kısaca,üç acı ve üç mutluluk olarak özetlenebilir sanırım,
Şaşkınlık ve merakla devamını bekliyorum,
Doğarken ilk nefeste ağlar,
Sonra sakinleşir ve huzur duyarız.
Yaşarken,en büyük mutlulukları,
Çekilen acılar sonrası hissederiz.
Ölüm ise son bir acıyla gelir
Ve sonrası yine huzur ve mutluluktur.
Bir cesaretle,
Nereden biliyor sunuz ?diye soruyorum,
Kurgu bu diyor, ölümde neden değişsin?
Peki,ölümden sonra ki mutluluğu biraz açar mısın?
Açamam diyor, o senin paketin,
Senin sürprizin,
Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi?
Bilinmeyenler ve sürprizler,
Yaşam işte böyle kuruldu..
Bakıcı kadın kulağıma eğiliyor,
Mehandra yoruldu,
Teşekkür ediyor ve kalkıyorum,
Korkulu virajlardan şehre dönüyoruz,
Mahendra'yı dinledikten sonra,
Fakirlik ve sefalet içerisideki huzurlu düzeni
Daha iyi anlıyorum,
Ama doğruyu söylemek gerekirse,
Ölüm yine de ürkütüyor,
Yolda Karacaoğlan'ın şiirinden,
Leman  Sam'ın şarkısını mırıldanıyorum,
'Ardıma düşüp te yorulma ölüm,
Var git ölüm bir zaman da yine gel'..




KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2020 

TAVANARASI





Bu Korona geceleri uykular iyice gitti,
Şahdı şahbaz oldu yani,
Elimde uzaktan kumanda dönüyor duruyorum,
Yatakta bir sağda,bir öbür taraftayım,
Uykularda uyku değil zaten
Sanki araftayım.
Yine öyle zor bir gece,
Rüyamda babamı görüyorum,
Çatıya çıkan merdivenlerin başında,
Üzerinde çift cepli Kanadyen gömleği,
Alnı hafifçe terli, yüzü biraz yorgun,
Saçlarını limonla geriye taramış,
Yanına yaklaşıyorum,
Babacığım diyorum,seni çok özlemişim,
Çatıyı işaret ediyor eliyle,
Gel,diyor,
Birlikte çıkıyoruz,
Sağdaki ilk odada,
Yıllardır içini açmadığım eski bir sandığı gösteriyor,
Özlüyorsan diyor,
Ben işte oradayım,
Geçmişin izleri o eski sandıklarda,
Sarı yapraklar ve eski resimler arasındadır bakarsan,
Yani hatırlandıkça yaşar,unutulunca ölür insan...
Yutkunuyorum,devam ediyor,
Burada benim zamanla falan işim yok zaten,
Hergün geçmişten yeni bir sayfa açıyorum,
Oğlum ! diyor, ben artık hatıralarla yaşıyorum...
Birden yıllardır mezarına gitmediğimi hatırlıyor,
Yüzümü eğiyor,utanıyorum,
Düşüncelerimi okuyarak,sevgiyle omzuma dokunuyor,
Üzüntü ve endişelerinin farkındayım, diyor,
Çocuklar ay çiçekleri gibidir, 
Doğduklarında yüzleri güneşe doğru bakar,
Güneş sevgidir,masumiyettir,
Sonra gün gelir
Birçoğu kafasını başka yöne çevirir,
Sevgi bazen arkada kalır yani !
Kimi zaman Tanrı'nın planları farklı olur,
Kimi zaman da çıkarlar masumiyetin önüne geçer,
Ana,babalığa gelince,
Çaresizlikler içerisinde yol aramaktır unutma ..!
Kolay çocuk yoktur, az sabır vardır yani...
Baba ben de mi?
Hayır dercesine yüzümü okşuyor ve devam ediyor,
Ülkenin geleceği de uykularını kaçırıyor biliyorum,
Öyle zamanlar olur ki insan hayatında,
Yaşananlara biçare kalamazsın,
Öyle meşe odunları yönetir ki bazen kaderini,
İstesen,keserle bile yapamazsın,
Böyle zamanlarda ne kendini üzecek,
Ne de topluma darılacaksın,
Tam aksine,
Atatürk ilkelerine daha da sıkı sarılacaksın,




Bu günler de birgün tarihin tozlu sayfalarına yazılır,
Unutma ! yıllar sonra,
Deli İbrahim ile Fatih'in resimleri yanyana asılır...
Birden ter içinde uyanıyorum,
Kalbim küt küt atıyor,
Ses yapmayan çoraplarımı giyiyor,
Çatıya çıkıyorum,
Gözüm etrafımda,
Sanki babam beni izliyor,
Sandığı yavaşça açıyorum,
Yıllardır elimi sürmediğim
Eski belgeler,şiirler,çerçeveler, resimler,
Hepsini sevgiyle okşuyorum...
Aslında bu rüya olayı ne kadar da garip ve gizemli,
Babamın değimiyle,
Anlaşılmayacak bir muamma
Dipsiz bir kuyu,
Babacığım huzur içinde uyu...
Çatıdan mutfağa doğru yavaşça süzülüyorum,
Aklımda Zeki Müren'den eski bir şarkı,
Şimdi uzaklardasın,gönül hicranla doldu,
Hiç ayrılamam derken,kavuşmak hayal oldu
Bilmem ki sonunda kavuşma umudu olmasa
Gönül bu acılara dayanır mı?
Saat dokuza geliyor
Çayı demlesem mi acaba 
Figen uyanır mı ?
 




İSTANBUL , MAYIS 2020

HEDİYE

























                   








Eminönü, Kadıköy vapur iskelesi, 14 şubat,
Hava açık, dışarıda soğuk bir poyraz,
Karşıda Topkapı Sarayı, Sarayburnu, martılar,
Akşama balık mı alsam ?
Yanında salata, beyaz şarap,
Aslında eski balıklarda kalmadı,
Yemek sonrası hep ağızda kötü bir tat kalıyor,
Kapılar açıldı, Kadıköy vapuru yolcu alıyor.
Sakin bir köşe seçiyorum,
Karşımda temiz giyimli yaşlı bir adam oturuyor,
Göz göze geliyoruz bir ara,
Elimdeki mavi kurdeleli hediye paketini işaret ediyor,
Hediye almak bir sanattır,
Anlamadım,diyorum,
Yaklaşarak gülümsüyor ve tekrarlıyor,
Zor iştir hediye almak,
Bir yanıt verme ihtiyacıyla,
14 şubat diyorum ,işte malum gün,adet olmuş,
Sözümü kesiyor,
Hediye bir karakter yansımasıdır unutma!
İçine ne koyarsan koy,
Açınca içinden sen çıkarsın yani.
Şaşkınlıkla bakarken devam ediyor,
Hediye hem aldığın kişiye verdiğin değerin,
Hem de o değeri ifade etme yeteneğinin bir ölçüsüdür,
Sevginin gözü,sözün özüdür hediye,
Hani o sayılı ve farklı renklerde seçilen çiçekler,
Yeterince düşünmeden alınan kitaplar,
Hastanelere taşınan oda kolonyaları tarzı şeyler var ya!
Onlar hediye değil, düşünce tembelliğidir.
Tamam ama, insanlar ne yapsın,diyorum,
Zaten hayat şartları ortada,
Biraz abartmıyor musunuz ?
Yanılıyorsun diyor,
Hediye, bilinenin aksine parasız bir değer ifade ölçüsüdür,
Ayrıca ,değeri azaldıkça anlamı artar,
Parayla ters orantılıdır yani.
Düşünsene, gece emeğiyle fırına atılan bir çörek,
Kaç düzüne güle eşittir?
Bir çocuğun ilk resminde,
İçine sevdiklerini koyduğu evin piyasa değeri nedir mesela?
Aslında, azla çok verme sanatıdır hediye.
Ayrıca, hediye vardır gönüllerde eser,
Hediye vardır insanı ezer,
Kimseye karşılığını veremeyeceği yük yüklemeyeceksin,
Hayranlık beklerken nefret biriktirebilirsin, unutma!
Düşünce ve fedakarlığın iç içe geçtiği yerde kalmalıdır hediye..
Gün gelir sevdiklerinin sana ihtiyaç duyduğunu hissedersin,
İşte o an gerekçe üretmeden sınırlarını zorlamaktır hediye.
Bazen telefonda sıcak bir ses olur,
Bazen yanında candan bir nefes,
Yani, beklemedikleri anda çaresizliğe sorgusuz uzanan,
Dost bir eldir hediye.
Sana düşen tarafına gelince,
Doğru zamanda doğru şeyi yapmanın huzuru,
Gece yatarken kendine vereceğin en değerli hediye olur.
Bazen yaptıklarında ölçüyü kaçırdığını,
Çevrenin yargılama sınırlarını aştığını hissedebilirsin,
Yok artık, bu kadar da olur mu? denilebilir yani,
İşte o anda yaptıklarını sorgulamaksızın,
Kendi doğrularında direnmek,
Tüm eleştirileri göz ardı edebilmektir hediye.
An olur haksızlığa uğradığını düşünür,
Kendini alabildiğine yalnız hissedebilirsin,
İşte o an,haklılığını haykıracak gücün olduğunu bile bile,
Yılların hatırına susan bir dil,
Bir sabırdır hediye,
Sonra bir 12 aralık gelir,
Kara bir oğlan açar hayata gözlerini,
Gelir sevginin doruğuna oturur,
Tanrının sana uzanan elleri olur hediye,
Hediye deyince geçmeyeceksin yani..
Vapur iskeleye yanaşıyor,
Yaşlı adama veda edip,
Merdivene yönelen kalabalığa karışıyorum.
Zayıf, kara kuru bir çocuk, 
Flütle İzmir marşını çalıyor,
Kafamın iyice karıştığı bir gün daha yaşıyorum,
İskelede rüzgar soğuk esiyor,
Bere mi taksam, üşüyorum..








İSTANBUL, ŞUBAT 2019

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ..


















Evin kapısını sessizce kapatıp çıkıyorum,
İçimde büyüyen bir yalnızlık,
Vakit gece yarısı, kafam karmakarışık.
Arabanın soğuk koltuğuna yerleşiyorum,
İstikamet zeytin ağaçları ve ardında bir deniz..
Radyonun kısık sesi bile fazla geliyor,
Bu gece ruhumda müziğe yer yok,
Konuşarak ulaşamadığım yanıtları,
Gecenin sessizliğinde aramak istiyorum.
Boşluklar,endişeler ve cevapsız sorularla birlikte,
Düşüncelerin dibine doğru ilk gaza basıyorum.
Farların ışıkları sessizliği lekeliyor,
Gece araba kullanmayı hiç sevmiyorum..
Yasak hızlarda huzur aradığım saatlerin sonunda,
Zeytin ağaçlarının arasından ilk deniz gözüküyor,
Henüz hiç bir soruya yanıt bulamadım,
Kim bilir belkide yanıtlar, cevapsız soruların içinde gizlidir.
Camı açıyorum,
Ege'nin kokusu buram buram..
Koya yaklaştığımda Kaptan'ın kayığını görüyorum,
Her zamanki yerinde sakin ve demirli,
Yorgun motorunu çalıştırıp,  
Açık denizlere taşıyacak kader arkadaşını sabırla bekliyor.
Sahilde bir taşın üzerine ilişiyor ve güneşin doğuşunu izliyorum.
Deniz yavaşça aydınlanırken,
Kaptan uzaktan görünüyor.
Karşılaştığımızda ne söyleyeceğimi düşünürken,
Sanki geleceğimi biliyormuş gibi sakince yaklaşıp,
Hoş geldin evlat diyor.
Sonra parmağını ıslatıp havaya tutuyor,
Bu gün rüzgar yok, deniz sakin,
Vakit kaybetmeyelim istersen,
Ben kayığa çıkıyorum,
Motor çalışınca halatı çözersin,
Motor nazlı, ara sıra çalışır bilirsin,
Garantisi yok yani,
O da benim gibi, bedeni yaşlı ve yorgun,
Ama ruhu genç ve umutlu.
Dayanamayıp soruyorum ; kaptan şaşırmadın mı ?
Sanki geleceğimi biliyor gibisin.
'Hissi Kablel Vuku' diyor,
İçime doğdu yani.
Seni çok özlemişim evlat ve burada yanımdasın,
Gerisinin ne önemi var,
Hadi çok konuşma, at halatı,
Sülüna torbasını yere koy,oraya iliş.
Kayık yorgun motoruyla hareket ediyor,
İstikamet Midilli açıkları..
Gözlerimi kapatıp denizin kokusunu hissediyorum,
Motorda bir aritmi,
Neredeyse durdu duracak,
Doktor dinlese, önce anjiyo,sonra bıçak yani.
Motorun gürültüsünde kulağıma eğiliyor Kaptan,
Değişmeyeceksin, diyor,
Şaşkınlıkla oltalara bakıyorum,
Devam ediyor,
Kadınlar diyorum, değiştirmek isterler,
Mantıkları ile duyguları birbirinden bağımsız çalışır,
İstediklerini yapacak erkekleri arar,
Yapmayanlara tutsak olurlar.
Sonra özgür kalmak için değiştirmeye çalışırlar,
Değiştirince de tutku biter.
Şaşkınlıkla kafamı toparlamaya çalışırken,
Sabahın ilk güneşiyle aydınlanan bulanık denizi işaret ediyor,
Levrek, diyor, işte bu çamurlu sularda yaşar,
Temiz sulara taşıdığında beslenemez ölür,
Kadın hem levreği ister, hem de temiz suyu,
Levrek,sevgiyi besleyen tutkudur,
Bulanık sular ise,senin içindeki aykırı,yaramaz çocuk,
O çocuğu kaybedersen tutku da yok olur.
Doğrularını korurken,
İçindeki aykırı adamı asla kaybetmeyeceksin,
Levrek bulanık sudan çıkmayacak yani,
Tutkuyu yaşatmanın sırrı bu !
Gözlerimi kapatıp,duyduklarımı bir süre hazmetmeye çalışırken,
Motor son bir kez daha tekleyip duruyor.
İşte mercan kayalıklarına geldik diyor Kaptan,
Kerteriz,kum burnu ile şu beyaz evin kesiştiği yer,
Burası mercan bölgesi.
Çapayı atıp kayığı bağlıyoruz,
Sülünaları oltanın ucuna itinayla yerleştirip,
Durgun sulara salıyoruz,
Dibe vardığında,
Biraz yukarı çekip bekliyoruz,
İşte diyor Kaptan,huzurun tavan yaptığı yer burası.
Her şeyi unutup dibe vur sende,
İçindeki boşlukla orada barışmayı dene,
Sonra biraz yukarı çek kendini ve bekle,
Yanıtlar ilk balık vurduğunda gelmeye başlar,
Bazen doğrular oltaya takılır çekersin,
Bazen de oltadan kurtulur, kaçar gider,
Sen sabır ve umutla bir sonraki balığın vurmasını bekleyeceksin,
Bu kural her yerde geçerlidir unutma!
Ya balık hiç vurmazsa Kaptan,
O zaman ne olacak?
Soğan salatasına domates kesen nasırlı ellerini,
Deniz suyuyla yıkarken,
Yüzüme bakıyor ve yanıtlıyor,
İçine döneceksin!
Belki de balıklar suskunluğunda bağırdığın için kaçmışlardır,
Sessizliğinde de susmasını öğrenmelisin..
Elini omzuma atıp,içimdeki karmaşayı okşuyor bir süre,
Sonra gırtlak kanserinin kıstığı yanık sesiyle,
Eski bir şarkı mırıldanıyor,
'Solsan da sararsan da yine gülpembe dehensin,
Rabbin bana bir nimeti varsa o da sensin'
Yıl 1956 , İskeçe sokakları,
Sula, diyor, şu Rum kadın,
Sana onu anlatmış mıydım ?

KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2019

SESSİZ HAYKIRIŞLAR

Siz beni Söylediklerimle tanırsınız, Suskunluğumu bir duysanız Utanırsınız.. SUADİYE , ŞUBAT 2025