Hindistan üzerinde hep türbülans olur,
Kimbilir belki de Tanrı aşağıdaki sefalete dikkat çekiyordur..
İnişe iki saat var,biraz uyusam,
Sallanan uçağın titreşimleri ve
Alttaki bulutların beyazlığında
Gözlerim kapanıyor bir ara.
Kemer ikaz sesi ve anonsla uyanıyorum,
Dağların arasından süzülerek iniyoruz,
Nameste..
Kathmandu'ya hoş geldiniz.
Everest'e giden dağcılar
Ve çekik gözlü turistlerle birlikte,
Islak bir bant üzerinde
Yorgun dönen bavullarımıza ulaşıp,
Şehrin nemli ve duman kokulu karmaşasına karışıyoruz.
Havada sabahın ince soğuğu
Ve gün doğarken tapınaklarda yakılan ölülerin kokusu,
Yollarda fareler,maymunlar ve insanlar,
Anlaşılmaz ve garip bir uyumla
Ve bir barış sessizliğinde
Hep birlikte yürüyorlar..
Otel şehrin biraz dışında,
Yerleşip şehri dolaşmak için sabırsızlanıyorum,
Yarın yolculuk Pokhara'ya,
Mahendra ile buluşacağım.
Bavulları nemden ıslanmış yatağın üzerine atıp,
Yürüyen insanlara karışıyorum..
Akşam otele döndüğümde,
Aklımda şehirden ne kaldı diye düşünüyorum,
Herhade burası' ölümden önceki son durak'
Sonra cevabını bilmediğim bir soru soruyorum ;
Herşeye rağmen insanlar neden bu kadar sakin ve huzurlu?
Sabah beni Mahendra'ya ulaştıracak eski araca biniyor
Ve ince yollardan kıvrıla kıvrıla
Pokhara'ya doğru ilerliyoruz.
Burada öyle trafik,kural falan hak getire,
Her virajda heyecan,
Görünmez kaza yani..
Korkulu saatler sonrası
Eski ve görkemli bir ahşap evin önünde duruyoruz,
Ağır kapıyı açan orta yaşlı kadın,
Hindu selamıyla buyur ediyor,
Karanlık bir koridorun ardından,
Tütsü kokuları arasında,
Bir şöminenin karşısında oturan Mahendra'yı görüyorum,
Şöminenin ışıkları,
Beyaz ve görkemli sakalının üzerindeki kırışıkları,
Daha da belirgin hale getiriyor.
Mahendra,önce beni büyük bir dikkatle süzüyor,
Sonra,aksanlı ama düzgün bir İngilizce ile,
Türkiye'den geliyormuşsun ,diyor,
Atatürk'ün ülkesi..
Şaşırıyorum!
Sonra devam ediyor :
14 yaşındaydım, 11 kasım 1938,
Babam elimden tutmuş yürüyorduk,
Dün bir yıldız kaydı,dedi,
Sonra öyle bir hayranlıkla anlattı ki Atatürk'ü,
Bir daha hiç unutmadım.
Ama diyorum,şimdi biraz endişelerimiz..
Sözümü kesiyor,
Biliyorum diyor,takibediyorum,
Sakın korkma!
Yapraklar gün gelir dökülür gider,
Oysa hayatı sürdüren köktür,
Düşünsene,
Osman'lı nın kuruluşundan sonra çok daha görkemli
Nice padişahlar gelmiş,
Ama imparatorluk yıkılana kadar,
Adı ve ilkeleri kurucusuyla anılmış,
Sizin devletiniz bir Atatürk cumhuriyeti,
Akşam olur,gün batar,
Kara gölgeler sırayla kaybolur,
Ama Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalır..
Mahandra'nın tarih bilgisinin şaşkınlığında,
Evet ama insanlar korkuyor,
Başka ülkelere gidiyor,diyorum.
Korku iyidir diyor Mahandra,
Sadece aptallar korkmaz,
Ancak, cesaret korkularla başa çıkmaktır, unutma..!
Başka ülkelere gitmeye gelince,
Korku ve endişeleri nedeniyle bırakıp gidenler,
Bence mücadele gücü eksik insanlardır,
Evlenirken,’iyi günde,kötü günde’sözü verdiğin eşini,
Kötü günde terketmek gibi yani.
Dedelerinin uğruna savaştıkları toprakların
Evlilik kadar değeri yok mu?
Düşüncelerinle birlikte gittiğinde ise,
Gittiğin yere endişelerini de taşırsın,
Uzun lafın kısası,
Nereye gidersen git,
Asla kendinden kaçamazsın,
En değerli varlığın,öz güvenin,
Geride kalır yani..
Demek ki, 'tebdili mekanda ferahlık yok'
Diye mırıldanıyorum,
Anlamıyor,ata sözü diyor ve devam ediyorum,
Ama insanlar mutlu olmak için alternatifler..
Mahandra yine sözümü kesiyor,
Neden sürekli mutluluğu ve sorunsuz yaşamı arıyorsunuz?
Doğanın kurgusu bu değil ki.!
Tanrı insanları problemsiz yaşasınlar diye yaratmamış,
Hayat,sorunlar içerisinde yol almak üzerine kurgulanmıştır,
Yani,mutluluğun doğada bir karşılığı da,
Bir tarifi de yoktur.
Mesela diyor, Mahendra,
Çölde susuz kalan insan suya kavuştuğunda mı daha mutludur,
Yoksa,zengin babasından büyük bir hediye alan çocuk mu?
Gözü gören bir insan,
Kör olup sonradan gözü açılan bir insanın mutluluğunu
Ne kadar hissedebilir?
Sancıdan kıvranan bir kanser hastasının
Morfinle kesilen acısı nedeniyle yaşadığı anlık mutluluğu
Nereye koyacaksın yani?
Dikkat et diyor Mahendra,
Gerçek mutluluğun kökeninde
Kaybettiğin şeyleri tekrar kazanıp
Değerini anlamak ve acı çekmek yatar,
İşte bu kadar basit..
Yeşil çayını yudumluyor ve devam ediyor,
Yurt dışında yaşamaya gelecek olursak,
Ben yurt dışında mutlu görünenlere çok rastladım,
Ama gerçek anlamda huzur bulanı hiç görmedim.
Aslında gittiğin yerde hep sorgulanırsın,
Açıkça söylemezler ama hissedersin,
Çocuklarının adını değiştirir,
Kimliğini açıklamaktan bile çekinebilirsin,
Yüzüne güler, seni kabullenmiş görünürler,
Ama sabırla ilk hatanı beklerler,
Ve gün geldiğinde paket açılır
Ağızlardaki baklalar dökülür,
Bilmene rağmen gözardı ettiğin farklılıkların
O zaman yüzüne vurulur yani..
Diyelim ki vaz geçip geri döndün,
İşte o zaman da kendi ülkende,
İsminin yanına koyulan soru işaretleriyle yaşarsın,
Neden gittiğin ve niye döndüğün sorgulanır bu defa..
Kuruyan dudaklarımı yeşil çayla ıslatıp mırıldanıyorum,
'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun'yani..
Anlamıyor, ata sözü diyor ve soruyorum,
Peki Mahendra,hayatın anlamı ve ölüm bunun neresinde?
Gülümsüyor,
Beklenen soru geldi diyor,
Kısaca,üç acı ve üç mutluluk olarak özetlenebilir sanırım,
Şaşkınlık ve merakla devamını bekliyorum,
Doğarken ilk nefeste ağlar,
Sonra sakinleşir ve huzur duyarız.
Yaşarken,en büyük mutlulukları,
Çekilen acılar sonrası hissederiz.
Ölüm ise son bir acıyla gelir
Ve sonrası yine huzur ve mutluluktur.
Bir cesaretle,
Nereden biliyor sunuz ?diye soruyorum,
Kurgu bu diyor, ölümde neden değişsin?
Peki,ölümden sonra ki mutluluğu biraz açar mısın?
Açamam diyor, o senin paketin,
Senin sürprizin,
Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi?
Bilinmeyenler ve sürprizler,
Yaşam işte böyle kuruldu..
Bakıcı kadın kulağıma eğiliyor,
Mehandra yoruldu,
Teşekkür ediyor ve kalkıyorum,
Korkulu virajlardan şehre dönüyoruz,
Mahendra'yı dinledikten sonra,
Fakirlik ve sefalet içerisideki huzurlu düzeni
Daha iyi anlıyorum,
Ama doğruyu söylemek gerekirse,
Ölüm yine de ürkütüyor,
Yolda Karacaoğlan'ın şiirinden,
Leman Sam'ın şarkısını mırıldanıyorum,
'Ardıma düşüp te yorulma ölüm,
Var git ölüm bir zaman da yine gel'..
KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2020
Kimbilir belki de Tanrı aşağıdaki sefalete dikkat çekiyordur..
İnişe iki saat var,biraz uyusam,
Sallanan uçağın titreşimleri ve
Alttaki bulutların beyazlığında
Gözlerim kapanıyor bir ara.
Kemer ikaz sesi ve anonsla uyanıyorum,
Dağların arasından süzülerek iniyoruz,
Nameste..
Kathmandu'ya hoş geldiniz.
Everest'e giden dağcılar
Ve çekik gözlü turistlerle birlikte,
Islak bir bant üzerinde
Yorgun dönen bavullarımıza ulaşıp,
Şehrin nemli ve duman kokulu karmaşasına karışıyoruz.
Havada sabahın ince soğuğu
Ve gün doğarken tapınaklarda yakılan ölülerin kokusu,
Yollarda fareler,maymunlar ve insanlar,
Anlaşılmaz ve garip bir uyumla
Ve bir barış sessizliğinde
Hep birlikte yürüyorlar..
Otel şehrin biraz dışında,
Yerleşip şehri dolaşmak için sabırsızlanıyorum,
Yarın yolculuk Pokhara'ya,
Mahendra ile buluşacağım.
Bavulları nemden ıslanmış yatağın üzerine atıp,
Yürüyen insanlara karışıyorum..
Akşam otele döndüğümde,
Aklımda şehirden ne kaldı diye düşünüyorum,
Herhade burası' ölümden önceki son durak'
Sonra cevabını bilmediğim bir soru soruyorum ;
Herşeye rağmen insanlar neden bu kadar sakin ve huzurlu?
Sabah beni Mahendra'ya ulaştıracak eski araca biniyor
Ve ince yollardan kıvrıla kıvrıla
Pokhara'ya doğru ilerliyoruz.
Burada öyle trafik,kural falan hak getire,
Her virajda heyecan,
Görünmez kaza yani..
Korkulu saatler sonrası
Eski ve görkemli bir ahşap evin önünde duruyoruz,
Ağır kapıyı açan orta yaşlı kadın,
Hindu selamıyla buyur ediyor,
Karanlık bir koridorun ardından,
Tütsü kokuları arasında,
Bir şöminenin karşısında oturan Mahendra'yı görüyorum,
Şöminenin ışıkları,
Beyaz ve görkemli sakalının üzerindeki kırışıkları,
Daha da belirgin hale getiriyor.
Mahendra,önce beni büyük bir dikkatle süzüyor,
Sonra,aksanlı ama düzgün bir İngilizce ile,
Türkiye'den geliyormuşsun ,diyor,
Atatürk'ün ülkesi..
Şaşırıyorum!
Sonra devam ediyor :
14 yaşındaydım, 11 kasım 1938,
Babam elimden tutmuş yürüyorduk,
Dün bir yıldız kaydı,dedi,
Sonra öyle bir hayranlıkla anlattı ki Atatürk'ü,
Bir daha hiç unutmadım.
Ama diyorum,şimdi biraz endişelerimiz..
Sözümü kesiyor,
Biliyorum diyor,takibediyorum,
Sakın korkma!
Yapraklar gün gelir dökülür gider,
Oysa hayatı sürdüren köktür,
Düşünsene,
Osman'lı nın kuruluşundan sonra çok daha görkemli
Nice padişahlar gelmiş,
Ama imparatorluk yıkılana kadar,
Adı ve ilkeleri kurucusuyla anılmış,
Sizin devletiniz bir Atatürk cumhuriyeti,
Akşam olur,gün batar,
Kara gölgeler sırayla kaybolur,
Ama Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalır..
Mahandra'nın tarih bilgisinin şaşkınlığında,
Evet ama insanlar korkuyor,
Başka ülkelere gidiyor,diyorum.
Korku iyidir diyor Mahandra,
Sadece aptallar korkmaz,
Ancak, cesaret korkularla başa çıkmaktır, unutma..!
Başka ülkelere gitmeye gelince,
Korku ve endişeleri nedeniyle bırakıp gidenler,
Bence mücadele gücü eksik insanlardır,
Evlenirken,’iyi günde,kötü günde’sözü verdiğin eşini,
Kötü günde terketmek gibi yani.
Dedelerinin uğruna savaştıkları toprakların
Evlilik kadar değeri yok mu?
Düşüncelerinle birlikte gittiğinde ise,
Gittiğin yere endişelerini de taşırsın,
Uzun lafın kısası,
Nereye gidersen git,
Asla kendinden kaçamazsın,
En değerli varlığın,öz güvenin,
Geride kalır yani..
Demek ki, 'tebdili mekanda ferahlık yok'
Diye mırıldanıyorum,
Anlamıyor,ata sözü diyor ve devam ediyorum,
Ama insanlar mutlu olmak için alternatifler..
Mahandra yine sözümü kesiyor,
Neden sürekli mutluluğu ve sorunsuz yaşamı arıyorsunuz?
Doğanın kurgusu bu değil ki.!
Tanrı insanları problemsiz yaşasınlar diye yaratmamış,
Hayat,sorunlar içerisinde yol almak üzerine kurgulanmıştır,
Yani,mutluluğun doğada bir karşılığı da,
Bir tarifi de yoktur.
Mesela diyor, Mahendra,
Çölde susuz kalan insan suya kavuştuğunda mı daha mutludur,
Yoksa,zengin babasından büyük bir hediye alan çocuk mu?
Gözü gören bir insan,
Kör olup sonradan gözü açılan bir insanın mutluluğunu
Ne kadar hissedebilir?
Sancıdan kıvranan bir kanser hastasının
Morfinle kesilen acısı nedeniyle yaşadığı anlık mutluluğu
Nereye koyacaksın yani?
Dikkat et diyor Mahendra,
Gerçek mutluluğun kökeninde
Kaybettiğin şeyleri tekrar kazanıp
Değerini anlamak ve acı çekmek yatar,
İşte bu kadar basit..
Yeşil çayını yudumluyor ve devam ediyor,
Yurt dışında yaşamaya gelecek olursak,
Ben yurt dışında mutlu görünenlere çok rastladım,
Ama gerçek anlamda huzur bulanı hiç görmedim.
Aslında gittiğin yerde hep sorgulanırsın,
Açıkça söylemezler ama hissedersin,
Çocuklarının adını değiştirir,
Kimliğini açıklamaktan bile çekinebilirsin,
Yüzüne güler, seni kabullenmiş görünürler,
Ama sabırla ilk hatanı beklerler,
Ve gün geldiğinde paket açılır
Ağızlardaki baklalar dökülür,
Bilmene rağmen gözardı ettiğin farklılıkların
O zaman yüzüne vurulur yani..
Diyelim ki vaz geçip geri döndün,
İşte o zaman da kendi ülkende,
İsminin yanına koyulan soru işaretleriyle yaşarsın,
Neden gittiğin ve niye döndüğün sorgulanır bu defa..
Kuruyan dudaklarımı yeşil çayla ıslatıp mırıldanıyorum,
'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun'yani..
Anlamıyor, ata sözü diyor ve soruyorum,
Peki Mahendra,hayatın anlamı ve ölüm bunun neresinde?
Gülümsüyor,
Beklenen soru geldi diyor,
Kısaca,üç acı ve üç mutluluk olarak özetlenebilir sanırım,
Şaşkınlık ve merakla devamını bekliyorum,
Doğarken ilk nefeste ağlar,
Sonra sakinleşir ve huzur duyarız.
Yaşarken,en büyük mutlulukları,
Çekilen acılar sonrası hissederiz.
Ölüm ise son bir acıyla gelir
Ve sonrası yine huzur ve mutluluktur.
Bir cesaretle,
Nereden biliyor sunuz ?diye soruyorum,
Kurgu bu diyor, ölümde neden değişsin?
Peki,ölümden sonra ki mutluluğu biraz açar mısın?
Açamam diyor, o senin paketin,
Senin sürprizin,
Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi?
Bilinmeyenler ve sürprizler,
Yaşam işte böyle kuruldu..
Bakıcı kadın kulağıma eğiliyor,
Mehandra yoruldu,
Teşekkür ediyor ve kalkıyorum,
Korkulu virajlardan şehre dönüyoruz,
Mahendra'yı dinledikten sonra,
Fakirlik ve sefalet içerisideki huzurlu düzeni
Daha iyi anlıyorum,
Ama doğruyu söylemek gerekirse,
Ölüm yine de ürkütüyor,
Yolda Karacaoğlan'ın şiirinden,
Leman Sam'ın şarkısını mırıldanıyorum,
'Ardıma düşüp te yorulma ölüm,
Var git ölüm bir zaman da yine gel'..
KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder