Bu sayfada, 'Dağ Çiçeği ' isimli kitabımda yer alan şiirlerden bazılarını paylaşmak istiyorum.
2002 yılı öncesinde yazılmış ,çocukluk ,gençlik ve olgunluk dönemlerime ait şiirlere baktığımda,sert duygular,daha fazla heyecan ve umut var.
2002 sonrası şiirlerimde ise,yaş almanın getirdiği duygusal olgunlaşma ve değişimler ile söz konusu dönemde tüm topluma yansıyan endişe ve problemlerin ortak izlerini görmek mümkün.
NAZ
Hatırlar mısın bilmem,
Küçüklüğümüzde bana,
Naz edip dururdun hani,
Gerçi sen güzel kızdın ama,
Bende fena sayılmazdım yani ( ! )
İSTANBUL, 1965
HANDAN
İçim bir tuhaf oluyor seni görünce,
Karşımda tatlı tatlı gülünce,
İki elim yakanda olur sonra ölünce,
Kırıtma karşımda öyle yandan yandan,
Bitiriyorsun beni Handan.
Her gün başka başka giyinirsin,
İki lafında bir bana değinirsin,
Yere bir düşürür eğilirsin,
Sen insanı çıkartırsın dinden imandan,
Delirtiyorsun beni Handan.
Yanımda başkalarıyla kırıtırsın,
Sen üç beş erkeği ayakta uyutursun,
Çarşamba sever beni perşembe unutursun,
Konuşmak gibi olmasın ama arkandan,
Şaşırtıyorsun beni Handan.
Ağını tatlı tatlı örüyorsun,
Beni deli ettiğini biliyorsun,
Atilla'nın şu halini görüyorsun,
Peki ne istiyorsun bu garibandan,
Öldürecek misin ben Handan ?!.
İSTANBUL 1968
317 NUMARALI UÇAK
Dikkat dikkat İzmir yolcuları,
317 numaralı uçak,
Kim bilirdi ki hayatında yepyeni umutlar açacak,
Belki bu sözü daha çok işiteceksin,
Ancak her duyuşta bu günü düşüneceksin,
Duyguları bir noktada toplanmış,
El sallayan bunca insan,
Hatırından çıkmayacak hiç 29 Nisan.
Farkında mısın,hayatımız değişti artık,
Ayrıldık,başka başka yerlerde kaldık,
Sen vatan vazifesi yaparken ,sırtında gocuk,
Ben hep o eski Atilla,
Şiir yazan o deli dolu çocuk!
Neydi günler diyeceğim biliyorum,
Anlatacak kimsem yok diyeceğim,
Ne kederimi,ne yeni tanıştığım kızı,
İçimde daimi bir boşluk ve derin bir sızı.
Herhalde bir gün ben de alışacağım,
Belki hayatın zorlukları bana biraz unutturacak,
Ama hatıralar karşımda hep kaya gibi duracak,
Düşününce yine gözlerim dolacak.
Ne yapalım, Allah hep böyle ayrılık versin,
Karşılaşınca gözlerimiz gülsün,
Sarılıp öpüşelim,
Tanrım ne olur hep iyi günlerde görüşelim !
İSTANBUL 1969
BENDEN ÖĞRENDİN
Herşeyi benden öğrendin herşeyi,
Lüks yerlerde yemek yemesini,
Seni seviyorum demesini,Hatta sevişmesini,
Şimdi sen keyfinde sefanda,
Ben bekar yatağımda uykusuz,
Hazıra kondu kızım hazıra,
O kocan olacak namussuz...
İSTANBUL 1972
DAĞ ÇİÇEĞİ
Yılarca önce bir ihtiyarın,
Dere kenarında bir evi varmış,
Dünyanın dört bir yanından toplar getirir,
Bahçesinde renk renk çiçekler açarmış,
Çiçek dediğin asil ve güzel olmalı dermiş ihtiyar,
Her rengiyle ayrı ayrı göz almalı,
Hepsi birbirinden güzel,
Renk renk ışıl ışıl,
Böyle güzel çiçekler birbirine yaraşır..
İşte günler böyle gelip geçerken,
Bir bahar sabahı erken,
Kıvırıp toprağa dizlerini,
Bir dağ çiçeği açar hayata gözlerini,
Bazen dirilir,bazen uyur,
Birgün dağ çiçeği büyür.
Lale,sümbül,menekşe,gül birbirinin dengi,
Dağ çiçeği ise toprak rengi,
Sönük kalınca toprağın karasında,
Hor görülür diğer çiçekler arasında,
Lale sümbüle naz,
Sümbül boynunu bükünce biraz,
Dağ çiçeği güle bakar,
Oysa gül menekşeyi yakar..
Dağ çiçeği çirkin ama,
Dağ çiçeği onurlu,
Dağ çiçeği vahşi ama,
Dağ çiçeği gururlu,
Dağ çiçeği toprak rengi,
Dağ çiçeği toprak kokar,
Lale sümbüle naz,
O hep güle bakar..
Bunu gören ihtiyar,
Birgün dayanamaz artık,
Bakmadan gülün fiyakasına,
Kopartıp takar,
Dağ çiçeğini yakasına,
Der ki ,dayanamadım yenilmesine,
Ölmesi yeğdir hor görülmesine...
İşte o gün bugün,
Dağ çiçeği,
Yalnız dağların kuytuluk köşelerinde yetişir,
Rastlanmaz ona diğer çiçekler arasında,
Vahşi fakat gururludur o,
Toprağın karasında.
İSTANBUL , 1972
KOLERA
kolera,sana yakalananları,
üç gün içinde götürüyorsun,
Sen koleradan daha kötüsün kızım,
Beni yıllardır süründürüyorsun.
İSTANBUL 1973
SENSİZ DE OLMUYOR SENİNLE DE
Sarılıp seni öpmek istiyorum,
Öpüyorum,kalkıp gitmek istiyorum,
Her an yanımda görmek istiyorum,
Sensiz de olmuyor seninle de,
Mutlu oluyorum senin yanında,
Değişip sinirleniyorum anında,
Dolaşmak istiyorum bazen kanında,
Sensiz de olmuyor, seninle de.
Yanımdayken sana kızıyorum,
Bağırıp çağırıp boşuna üzüyorum,
Sonra o güzel yüzünü süzüyorum,
Sensiz de olmuyor seninle de.
Atilla bu işe şaşırdı kaldı,
Efkarlı gecelerde düşünceye daldı,
Sonunda kendince şu karara vardı,
Sensiz de olmuyor seninle de.
İSTANBUL 1974
ÖĞRENDİM
Böylesine kuvvetli değildim ben de önceleri,
Yenile yenile yenmesini öğrendim,
Yalnızlığıma ağlardım uzun kış geceleri,
Ezile ezile ezmesini öğrendim.
Doğruluktan ayrılmadım yılmadım bir an,
Bu yolda sonuna kadar direndim,
Gücünü yitiriyor bir noktada insan,
En iyi müdafaanın hücum olduğunu öğrendim.
Gönül bir sevdaya hazırlanınca,
Yalnız onu sevdim ona güvendim,
Aşk menfaatlerle sınırlanınca,
Sevginin de bir hiç olduğunu öğrendim.
Atilla yıkılmış,zayıf dediler,
Sonunda bir ustura oldum,bilendim,
Göğüslerini açıp hınçla beklediler,
Bıçak gibi saplanmasını öğrendim.
İSTANBUL, 1974
KADIN
Düşünme be Cebo,
Boş ver be oğlum,
Düşünmekle ne geçecek eline sanki,
Bu dünya bencillerin dünyası Cebo, inan ki,
Kadın bu,
Bakar büyüler seni gözleriyle,
Fakat,mantığını da beraber yürütür hisleriyle...
Kadını olduğu gibi kabul et Cebo,
Seveceksin,
Kadına tablo gibi bak oğlum,
Beğeneceksin...
İSTANBUL, 1974
TAVŞAN TEPE
Tavşan tepe derler bir tepe vardır,
Gölgesi Tuzla ufuklarına vurur,
Tavşan derler bir tepe vardır,
Yedek subay bölük bölük durur,
Vatan aşkı taşar benliğinde,
Yürür yalçın tepelere karşı,
Türk'lük gururu coşar erkekliğinde,
Titretir gökleri yedek subay marşı.
Memleket havası kokar temiz nefesi,
Kalbi vatan şehitlerinin saygısıyla doludur,
Sarsar ufukları ayaklarının gür sesi,
Yedek subayın yolu Atatürk'ün yoludur.
Bayrağa sarılı hayali renklenir gözlerinde,
Anafartalar'da bekliyorum asteğmenim gel!..
Gururlu bir parıltı güçlenir özleminde,
Yedek subay o anda tanımaz engel,
Vatan aşkı taşar benliğinde,
Yürür yalçın tepelere karşı,
Türk'lük gururu coşar erkekliğinde,
Titretir gökleri yedek subay marşı.
İSTANBUL, 1974
TİTREMİYORUM
Mutluluk mutsuzluklar içine gömülmüşse mezar gibi,
İyilikler büzülmüşse kötülüklerin gölgesine,
Ben böyle sevgiyi istemiyorum.
Yalnızlığımın soğuk karanlığında üşüsem bile,
Bak titremiyorum.
Mutluluk mutsuzluklar içine gömülmüşse mezar gibi,
İyilikler büzülmüşse kötülüklerin gölgesine,
Ben böyle sevgiyi istemiyorum.
Yalnızlığımın soğuk karanlığında üşüsem bile,
Bak titremiyorum.
İSTANBUL, 1974
ANLAMSIZLIK
Bir yağmur ki yürekler dolusu,
Bir gün ki kahpece mutsuz,
Akıp gidiyor yalnızca zaman,
Tatsız ,tuzsuz,
Ne geldiği belli, ne gittiği,
Umutsuz...
Duydum Zigana eteklerinde
İhtiyar bir adam varmış,
Kulübesinde tek başına yaşar,
Tüm sevgilileri anlar duyarmış,
Kim tatmışsa gerçek aşkı gönlünde,
Nur yüzlü ihtiyarı sever sayarmış,
Her kim ayırmışsa iki sevgiliyi,
İhtiyarın gazabından korkarmış...
Öylesine merak ettim ki bu ihtiyarı,
Yol göründü sana dedim Zigana dağı,
Baka baka giderek Karadeniz göklerine,
Aylar sonra vardım Zigana eteklerine,
Uzaktan görününce ihtiyarın kulübesi,
İçimi garip bir heyecan sardı,
Zigana eteklerinde tatlı bir bahar,
Zigana tepelerinde ise kar vardı...
Vurunca kulübenin kapısı açıldı,
İhtiyar yüzüme şöyle bir baktı,
Sus!.. diye işaret etti eliyle,
Bir ateşi takibediyordu gözüyle,
Odanın ortasında kıpkırmızı yanıyordu,
İnsan kendini bir hayal dünyasında sanıyordu,
Birden dikince ateşe gözlerimi,
Bu hayal dünyasının yolunu tuttum,
Nerede olduğumu bile unuttum...
Bir hastane odasında,
Yatakta bir kız yatıyordu,
Bir delikanlı kızın başında,
Hüzün dolu gözlerle bakıyordu,
Dışarıda hafiften bir yağmur çiseliyordu,
Öksürdükçe kızın mendiline kan geliyordu..
Delikanlı yavaşça kızın yanına oturdu,
Gök gürledi,şimşek çaktı,yağmur kudurdu,
Dua etti ihtiyar şimşeğe,
Çakmasın diye,
Yalvardı delikanlı kızın gözlerine,
Ona son defa bakmasın diye,
Kabul olmadı ne yazık ki,
Ne ihtiyarın duası,
Ne delikanlının yalvarması,
Birleşen eller ayrıldı,
Eliyle kapattı delikanlı kızın gözlerini...
Gürle dedi ihtiyar gökyüzüne gürle!..
Çak dedi şimşeğe çak!..
Ayrıldı sevgililer bak,
Dışarıda yağmur kasırgaya döndü,
O sırada birdenbire ateş söndü,
Artık ne hastane odası vardı,
Ne delikanlı,
Ne de genç kız,
Yalnız, ihtiyarın gözlerinde bir kaç damla yaş,
Zigana eteklerinde tatlı bir bahar,
Zigana tepelerinde ise kar vardı.
İhtiyar bir adam varmış,
Kulübesinde tek başına yaşar,
Tüm sevgilileri anlar duyarmış,
Kim tatmışsa gerçek aşkı gönlünde,
Nur yüzlü ihtiyarı sever sayarmış,
Her kim ayırmışsa iki sevgiliyi,
İhtiyarın gazabından korkarmış...
Öylesine merak ettim ki bu ihtiyarı,
Yol göründü sana dedim Zigana dağı,
Baka baka giderek Karadeniz göklerine,
Aylar sonra vardım Zigana eteklerine,
Uzaktan görününce ihtiyarın kulübesi,
İçimi garip bir heyecan sardı,
Zigana eteklerinde tatlı bir bahar,
Zigana tepelerinde ise kar vardı...
Vurunca kulübenin kapısı açıldı,
İhtiyar yüzüme şöyle bir baktı,
Sus!.. diye işaret etti eliyle,
Bir ateşi takibediyordu gözüyle,
Odanın ortasında kıpkırmızı yanıyordu,
İnsan kendini bir hayal dünyasında sanıyordu,
Birden dikince ateşe gözlerimi,
Bu hayal dünyasının yolunu tuttum,
Nerede olduğumu bile unuttum...
Bir hastane odasında,
Yatakta bir kız yatıyordu,
Bir delikanlı kızın başında,
Hüzün dolu gözlerle bakıyordu,
Dışarıda hafiften bir yağmur çiseliyordu,
Öksürdükçe kızın mendiline kan geliyordu..
Delikanlı yavaşça kızın yanına oturdu,
Gök gürledi,şimşek çaktı,yağmur kudurdu,
Dua etti ihtiyar şimşeğe,
Çakmasın diye,
Yalvardı delikanlı kızın gözlerine,
Ona son defa bakmasın diye,
Kabul olmadı ne yazık ki,
Ne ihtiyarın duası,
Ne delikanlının yalvarması,
Birleşen eller ayrıldı,
Eliyle kapattı delikanlı kızın gözlerini...
Gürle dedi ihtiyar gökyüzüne gürle!..
Çak dedi şimşeğe çak!..
Ayrıldı sevgililer bak,
Dışarıda yağmur kasırgaya döndü,
O sırada birdenbire ateş söndü,
Artık ne hastane odası vardı,
Ne delikanlı,
Ne de genç kız,
Yalnız, ihtiyarın gözlerinde bir kaç damla yaş,
Zigana eteklerinde tatlı bir bahar,
Zigana tepelerinde ise kar vardı.
TRABZON, 1974
Sanma ki gücüm sonsuzdur benim,
Çaresizliğin belimi büktüğü oldu,
Bir bilek çıkınca yıkamadığım,
Gözümden yaşlar aktığı oldu.
Sonsuzluk özlemi içime dolunca,
Uzandım yol aldım dağlar boyunca,
Gurbetin acısı yeter olunca,
Sılanın gözümde tüttüğü oldu.
Paraya pula hiç değer vermedim,
Bu yolda hiç oyuna gelmedim,
Parasız yapılan bir iş görmedim,
Menfaatlerin beni de ittiği oldu.
Sevginin boğucu çemberine girince,
Tutsak yaşayamam dedim bütün ömrümce,
Kadınların bencilliğini görünce,
Mutluluğun şiirlerde bittiği oldu.
İSTANBUL , 1976
GECEYARISI ÜÇ
Artık uyuyamaz geceleri,
Bir sarhoş taşlarını öpe öpe,
Kandırmış kaldırımları...
Aldatılmışlar için,
Yalanlarla doludur rüyalar,
İşte bu o sarhoşun ayak sesidir,
Geceyarısı üç,
Kaldırımların ağlama saatidir.
İSTANBUL 1976
SONSUZ SEVGİ
Saçların kırlaşsa da,
Kırışıklarla dolsa da gözlerin,
Sen yine gel,
Atıl kollarıma korkma,
Ben seni gözyaşlarından tanırım,
Sevdiğini fısıldarsın kulağıma,
Utanırım...
İSTANBUL 1976
GEMİLER
Kız kulesinin önünden gemiler geçer,
Kirli bir camın ardında kaybolur,
Ben kaderine demirli,
Ben o gemilerin içinde,
Kirli cam bana tutsak,
Ben gemilere.
İSTANBUL 1977
ŞİİRLERİM
Üzüldüğüm zamanlarda,
Ağlayamadığım için yazarım,
Her satırı,
Bir damla göz yaşı gibidir.
Yenildiğim zamanlarda,
Vuramadığım için yazarım,
Her satırı,
Sıkılı bir yumruk gibidir.
Her şiirin sonunda,
Boşalımın verdiği rahatlıkla gülümserim,
Şiirlerim benim gibidir...
İSTANBUL 1978
ANLAMSIZ YARIŞMACA
Nedir bu bitmeyen kavga anlamıyorum,
Nedir bu çılgınca değişim,
Herkesde bu gerilim,
Bu anlamsız telaş niye?
Nedir bu sürekli koşuşturmaca?
Gülen gözlerin yerini çaresizlik almış,
Toplumsallığın yeni ismi ise yarışmaca.
Aslında herkes işin farkında,
Ancak ne değiştirmek için bir arayış,
Ne de bir çaba,
Durduğu yerde duruyor yaşam,
Kalanlar kaldığı yerden devam.
İSTANBUL , 1984
ONİKİ KIRIŞIK
Hüzünlü bakıp da gözlerime,
Ne olur üzme beni nedensiz,
Bil ki benim için,
Yaşamın hiçbir anlamı yok sensiz.
Elele direniyoruz baksana,
Çevremizi acımasızca kaplayan düzensizliklere,
Aslında herşey ürkütücü,
Herşey karma karışık
Oysa on iki dopdolu yıl seninle,
Ve yüzümde on iki anlamlı kırışık,
Bir pazartesi sabahı,
Kuşkuyla dokunurken yüzüme,
Anlıyorum ki yaşlanmanın bile,
Anlamı yok sensiz.
İSTANBUL, 1990
GİDİYOR
Ben de bilmiyorum işte,
Bir düzendir gidiyor...
Bazen bulutların arkasına gizleniyorum,
Bazen çırılçıplak,
Bir fırtınadır gidiyor...
Günler yılları,yıllar beni kovalıyor,
Bazen kendimle barışık,
Herşey masmavi,
Bazen kandırıyorum kendimi,
Bir günahtır gidiyor...
Sorular cevapları,
Cevaplar yeni soruları,
Yeni sorular ise anlamsızlıkları getiriyor,
Bazen dünyanın dümenini tutacak kadar güçlü,
Bazen yorgun ve boşvermiş,
Eğrisiyle doğrusuyla,
İşte bir Atilla'dır gidiyor...
BRÜKSEL , 1990
BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ
Geceyarısı yürüyorum,Yine o anlamsızlıkların ardından gelen,
Yine o karışık ve gri
Brüksel gecelerinden birindeyim.
Karanlık köşede serseriler,
Kaldırımlarda kırık bira şişeleri ve
Camın ardında oturup müşteri arayan
Kadınların ötesinde
Gece sessiz ve soğuk...
Ben bu anlamsızlıklardan kaçarcasına,
Hızlı adımlarla,
Ruhumdaki o sürekli ama belirsiz
Hedefe doğru gidiyorum.
İki yanımda vitrinler,
Sarı ve ince kadınlara
Sergiledikleri kıyafetlerin içerisinde,

Ve geceyle birlikte,
Ve biz hep birlikte
Aynı anlamsızlıklara doğru ilerliyoruz...
Vitrinler yerlerini dar sokaklara,
Tezgahlarında
Kabuklu deniz ürünleri sergileyen
Lokantalara bırakıyorlar.
Birden yavaşlıyorum,
Gözlerim bir lokantanın
Buğulu camlarına takılıyor,
Seninle diyorum,bu gece
Bu buğulu camların ardında,
Şarap ve istiridyeden
Bir örtü örtmeliydik yanlışlıklara,
Sonra alıp,
İhtiyar garsonun ayıkladığı
Midye kabukları ile birlikte,
Bu mezar kente gömmeliydik,
İşte diyorum,
Brüksel'in tadı bu gece
Ancak böyle çıkardı...
Yolum dar sokakların sonunda,
İçinde sarhoşların barındığı
Bir pasaja ulaşıyor,
Birbirlerine sokulmuş,
Duvar diplerinde ve taşların üstünde,
Yırtık battaniyelere sarınıyorlar.
Dört mevsimi sıcak ülkeler
Geliyor hatırıma,
Hani diyorum var ya,
O birlikte düşlediğimiz,
Limanlarda beyaz yelkenliler demirli
O sıcak şehirlere kaçsak,
Ve dalgaların kumları yaladığı
Bu yerlerde,
Zamanın içinde ve zamandan uzak,
Balıkçı meyhanelerinin arasında...
Otele oldukça yaklaştım,
Sanırım şu binanın arkasında,
Döner kapılar,asansör ve anahtar
Beni şarap düşlerinden alıp
Gecenin içine sararak
Sisli bir Brüksel sabahına daha taşıyacak,
Ve ben çaresiz bir mahkum gibi sessiz,
Kaderine razı, ancak isyankar,
Anlamsızlıklar kitabının
Bir yaprağını daha çeviriyorum.
BRÜKSEL 1996
TÜKENİŞ
Kaçınılmaz son,
Beni kahreden,
Avuçlarımdaki çaresizliğin oldu.
Yavaş yavaş tükenişini izlemeye
Dayanamadım minik kuşum,
Beni kahreden,
Çaresizliğim oldu.
İSTANBUL, 1999
ZAMANSIZ YOLCULUK
Arada bir kanıksayıp unutsam da neşeli varlığını,
'Ben buradayım' dercesine,
Heyecanlı ve sevgi dolu sesinle,
Sen benim her zaman yaşam sevincim oldun
Mahcup'cuğum.
Mavi ve parlak tüylerinin arasından
Sevgiyle kafesi tutan pençelerin ve
Merakla sağa sola uzanan küçücük gözlerinle,
Bana hep sevildiğimi hissettirdin.
Yalnızlığımı senin varlığında unuttum zaman zaman,
Ve son beş yıl içinde minik kuşum,
Sadece sen şımarttın ruhumdaki çocuğu,
Çok sessiz ve erken gittin be Mahcup,
Hiçbirimiz haketmedik bu yolculuğu.
İSTANBUL, 1999
DAYAN
Birşeyler hızla değişiyor biliyorum,Acımasızca akan zaman mı desem,
Yoksa boğazıma düğümlenen yaşlar mı?
Ben de bilmiyorum işte,
Birşeyler elimin altından kayıyor sanki,
Hissediyorum,
Anlamsızca kesilen uykuların sabahı,
5.55.de çalan bir saatle,
TEM günlerine ulaşıyor,
Radyoda günün ilk şarkıları,
Kafamda,kargaşalar,pürüzler,
Sonra yerin dibine kıvrılan yollar,
Ve umut dolu bembeyaz yüzler...
Vazgeç diyor bazen içimden bir ses,
Tut bırakma,
Hani var ya o elinin altından kayan,
Sonra bir sabır dalgası kaplıyor benliğimi,
Dayan diyorum, oğlum Atilla dayan...
İSTANBUL , 2000
560 17 95
Bir akşam üstü TEM yolunda,
Balyoz gibi indi beynime
Kara haberin anacığım.
Beklenmedik bir telefon,
Ölümünü acımasızca kustu.
7 Temmuz akşamı,
560 17 95 sonsuza dek sustu...
GÜL ' SÜZ İLKLER
Islak ve kuru bir gece,
Ayvalık'a doğru dönen
Hüzün tekerlekleri üstünde,
Suskun ve şakın çarpan
Beş yürek,
Sevgi ve hüzün dolu sessizliklerinde,
Ölümün acımasızlığını düşünüyordu...
Sonra feribot,karanlık deniz
Ve gözyaşlarıyla tuzlanmış ıslak dudaklar,
Gül 'ün olmadığı dünyadaki,
İlk çaylarını yudumluyordu.
Bir motor gürültüsüyle feribot durdu,
Tekerlekler ıssız bir umuda doğru
Yine dönmeye başladılar.
Hüzünlü gözlerde yol boyunca,
Önce pişmanlıklar ve isyan,
Sonra gözyaşı ve çaresizlik...
Sununda 8 Temmuz pazar sabahı,
Ayvalık ufukları,
Gül' süz ilk güneşi doğurup
Koydu halsiz kollarına,
Ve geceyi taşıyan tekerlekler,
Çaresiz beş yürekle birlikte,
Devam ettiler yollarına...
AYVALIK , 2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder