7 temmuz 2001 de , bir akşam üstü annemin kötü haberini aldım. O sıralarda, şiir kitabımın basım öncesi hazırlık çalışmalarını yapıyordum. Bir süre erteledim ve anneme yazdığım bazı şiirleri de kitabıma ekledim.
Bu sayfada, kitapta yer almayan,2002 yılından bugüne dek yazdığım şiirlerimi paylaşıyorum ..
YANINA GELDİĞİM ZAMAN
Seni yitirdiğimden beri,
Bu sayfada, kitapta yer almayan,2002 yılından bugüne dek yazdığım şiirlerimi paylaşıyorum ..
YANINA GELDİĞİM ZAMAN
Seni yitirdiğimden beri,
Ölümden korkmaz oldum,
Hani şairin dediği gibi,
Uyudun,uyanmadın olursun..
Eğer biraz ürperirsem anacığım,
İlk geldiğimde yanına,
Koltuğunun altına sığınırım yavaşça,
Sen beni korursun..
Dedim ya hayır,
Ölüm o kadarda kötü olmamalı,
Huzur dolu bir gizem taşımalı içinde.
Yine de yanına geldiğimde ürperirsem,
Ben sana sığınırım,
Üşürsem bir yelek daha örersin anacığım,
Isınırım..
İSTANBUL 2002
YAVAŞ YAVAŞ GELİR ÖLÜM
Ninen,deden gider bir gün,
Çocukluğun ölür.
Annen ,baban gider sonra,
Kolun,kanadın ölür.
Karda bir kuş çırpınır,gözlerinin önünde,çaresizce,
Gözlerin ölür.
Yalanlar duyarsın söylenen bir hiç uğruna,
Değerlerin ölür.
Mustafa Kemal girer bir gün düşüne, gözleri yaşlı,
Umutların ölür.
Sonra,gün gelir,alır götürürler geri kalanını,
Bir mezar çukurunda biter bu zulüm.
Siz öyle,ağıtlara,göz yaşlarına aldanmayın,
Aslında yavaş yavaş gelir ölüm..
ANNEYE ÖZLEM
Yeşilköy'de ,denizin üstünde hafif bir rüzgar,
Uçağın tekerlekleri İstanbul'a kapanırken,
Arka koltuktan tanıdık bir ses,
Kafamı çevirdim Cebo,
Bir hayli yaşlanmış,omuzlar çökmüş,
Gözler donuk,bakışlar yorgun..
Hayattan,oradan,buradan konuştuk bir süre,
Üçüncü karısından ayrılmış,
Haraç mezat satmış,Aksaray'daki meyhaneyi.
'Tünelin ucu gözüktü oğlum artık' dedi,
Fonda ölüm var galiba..
Sonra benden konuştuk bir süre,
Annemi kaybettim dedim,
İki yıl olacak,
Bir gün yoruldu,yaşını yastığa koydu ve kalkmadı,
Onu çok özlüyorum Cebo.
Esnekliği neredeyse kaybolmuş yorgun yüzünü,
Son bir gayretle soru formuna sokarak baktı,
Geçenlerde yine rüyamda gördüm,diyerek devam ettim,
Bana, 'Neden beni bu kadar özlüyorsun? ' diye sordu,
Ona dedim ki ;
Hani bazı günler arabamın tekerlekleri,
Kendiliğinden Ataköy'e kıvrıldığında,
Kapını çocuksu bir heyecanla açardın ya !
İşte ben senin yaşlı bedenindeki,
Umut dolu o genç kızı özlüyorum.
Sevdiklerimizin bizi üzdüğünü düşündüğünde,
Önce yüzün kararlı bir endişeyle asılır,kelimelerin sertleşir,
Sonra yavaşça yumuşar ve adilce yargılardın.
İşte ben senin taraflı sevgine direnen,
O adalet anlayışını özlüyorum.
İçimdeki en büyük acıları kendime kızdığım zamanlarda yaşarken,
Sadece senin sesini duymak istedim.
İşte o anlarda,
Çaresizliğimi, güven dolu varlığının ardında gizlemeyi özlüyorum.
Ölüm, canlıların en korkulu rüyası,
Ben,senin sevdiklerin için duyduğun endişeleri,
Ölüm korkusunun önüne taşıyan,
O cesur yüreğini özlüyorum.
Cebo,yeter artık dercesine omzumu sıktı,sustum..
Uçak,bahar türbülanslarında sallanarak yol alırken,
Gözlerimiz bir süre,ölümün sırrını ararcasına,
Uçsuz bucaksız maviliklerde takıldı kaldı.
Benim düşlerimde acı bir özlem,
Cebo'nun düşlerinde ise,yıllanmış pişmanlıklar vardı.
YAVAŞ YAVAŞ GELİR ÖLÜM
Ninen,deden gider bir gün,
Çocukluğun ölür.
Annen ,baban gider sonra,
Kolun,kanadın ölür.
Karda bir kuş çırpınır,gözlerinin önünde,çaresizce,
Gözlerin ölür.
Yalanlar duyarsın söylenen bir hiç uğruna,
Değerlerin ölür.
Mustafa Kemal girer bir gün düşüne, gözleri yaşlı,
Umutların ölür.
Sonra,gün gelir,alır götürürler geri kalanını,
Bir mezar çukurunda biter bu zulüm.
Siz öyle,ağıtlara,göz yaşlarına aldanmayın,
Aslında yavaş yavaş gelir ölüm..
İSTANBUL 2002
ANNEYE ÖZLEM
Yeşilköy'de ,denizin üstünde hafif bir rüzgar,
Uçağın tekerlekleri İstanbul'a kapanırken,
Arka koltuktan tanıdık bir ses,
Kafamı çevirdim Cebo,
Bir hayli yaşlanmış,omuzlar çökmüş,
Gözler donuk,bakışlar yorgun..
Hayattan,oradan,buradan konuştuk bir süre,
Üçüncü karısından ayrılmış,
Haraç mezat satmış,Aksaray'daki meyhaneyi.
'Tünelin ucu gözüktü oğlum artık' dedi,
Fonda ölüm var galiba..
Sonra benden konuştuk bir süre,
Annemi kaybettim dedim,
İki yıl olacak,
Bir gün yoruldu,yaşını yastığa koydu ve kalkmadı,
Onu çok özlüyorum Cebo.
Esnekliği neredeyse kaybolmuş yorgun yüzünü,
Son bir gayretle soru formuna sokarak baktı,
Geçenlerde yine rüyamda gördüm,diyerek devam ettim,
Bana, 'Neden beni bu kadar özlüyorsun? ' diye sordu,
Ona dedim ki ;
Hani bazı günler arabamın tekerlekleri,
Kendiliğinden Ataköy'e kıvrıldığında,
Kapını çocuksu bir heyecanla açardın ya !
İşte ben senin yaşlı bedenindeki,
Umut dolu o genç kızı özlüyorum.
Sevdiklerimizin bizi üzdüğünü düşündüğünde,
Önce yüzün kararlı bir endişeyle asılır,kelimelerin sertleşir,
Sonra yavaşça yumuşar ve adilce yargılardın.
İşte ben senin taraflı sevgine direnen,
O adalet anlayışını özlüyorum.
İçimdeki en büyük acıları kendime kızdığım zamanlarda yaşarken,
Sadece senin sesini duymak istedim.
İşte o anlarda,
Çaresizliğimi, güven dolu varlığının ardında gizlemeyi özlüyorum.
Ölüm, canlıların en korkulu rüyası,
Ben,senin sevdiklerin için duyduğun endişeleri,
Ölüm korkusunun önüne taşıyan,
O cesur yüreğini özlüyorum.
Cebo,yeter artık dercesine omzumu sıktı,sustum..
Uçak,bahar türbülanslarında sallanarak yol alırken,
Gözlerimiz bir süre,ölümün sırrını ararcasına,
Uçsuz bucaksız maviliklerde takıldı kaldı.
Benim düşlerimde acı bir özlem,
Cebo'nun düşlerinde ise,yıllanmış pişmanlıklar vardı.
İSTANBUL 2003
SENİNLE PAYLAŞMAK
Islak bir bahar gününe uyanır Suadiye,
Önce tren ve kaloriferin sesi,
Sonra ellerim sol yanımdaki sıcaklığına dokunur,
Yatağımın yarısı sen,yarısı ben..
Umutla başlar tüm sabahlar,
Gecenin çözümsüzlüğünü,
Sabah kahvesinin köpüğünde gizlemeye çalışırız,
Çaresizliğin yarısı sen,yarısı ben..
Savaş haberleriyle geçer geceler,
Bir pazar yerine bomba düşer,
Arap kadınlar ağıt yakar çığlık çığlığa,
Gözyaşlarının yarısı sen ,yarısı ben..
Bazen Hint motifleriyle süslenir düşler,
Turuncu gölgeler yıkanır Ganj'ın sularında,
Bir Hindu Nirvana'ya, aç eller umuda yükselir,
İsyanların yarısı sen ,yarısı ben..
Her zaman böyle gitmez bu düzen biliyorum,
Balyoz gibi iner ölüm,bir gün yaşamın ortasına,
İşte o an ellerimiz son kez kilitlenir,
Korkusuzluğun yarısı sen,yarısı ben..
Kara bulutlar sarar Çamlıca tepelerini,
Yolda okul çocukları,kornalar,ziller,
Kapı sisli bir meydana açılır yolculuğun sonunda,
Kimi zaman,beyaz kağıtlara mavi umutlar dolar,
Kimi zaman kağıtlar sarı bir masada buruşur,
Bir damla yaş süzülür hayallerin üzerine,
Umutlar sisler meydanında uçuşur..
İSTANBUL, MART 2005
ÜÇLER
Yağmur bekleyen İstanbul gibiyim,
Nafile bulutları gözlüyorum.
Yaşam ağır ve nemli,
Üç doğru var aklımda,
Biri sen,diğerlerini bilmiyorum.
Üç soru var kafamda,
Hiçbirini hatırlamıyorum.
İSTANBUL ,HAZİRAN 2007
PRETZEL KOKULU İSTASYONLAR
Elli yaş dediğin nedir ki..!
Var mısın ?
Yetmişinci yaşını bir tren istasyonunda kutlayalım seninle.
Hani,Avrupa'da o çok sevdiğin,
Trenlerin içine bir panter başı gibi uzandığı,
Pretzel kokulu, 24 saat yaşayan istasyonlar var ya !
İşte onlardan birinde mesela.
Hatta, dışarıya çıktığımızda,
Şehrin akıcı güzelliği ile bizi beklediğini bile bile,
Tüm günümüzü orada geçirelim.
Sen yine aynı kadın,
Alımlı,isyankar ve güzel,
Broşürler arasında dolanırken,
Dar sokaklarında butikleri,
Pencerelerinden sarkan kırmızı sardunyaları,
Meydana açılan küçük kafeleriyle,
İsmini hiç duymadığımız bir yere,
Gidiş,dönüş iki bilet al istersen.
Şehrin sokaklarında anlamsızca gezinelim.
İçimizi bir kafede, 21 Mart 2027 güneşiyle ısıtalım mesela.
Sonra yorulunca,istasyona geri dönüp kalabalığa karışalım,
Bir gün,alacağımız biletin geri dönüşü olmayacağını bile bile,
Yaşam hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayalım..
MART 2007 İSTANBUL
AMASI VAR
Yüzleri solgun,sapsarı,
Ellerimi uzattım,tuttular,
Gözlerimi uzattım,umutlandılar,
Umutlandılar,umutlandılar ama,aması var..
İnsanlar gördüm,
Yüreğe yürek,dişe diş,
Bir koltuğunda cesaret,
Diğerinde çaresizlik,
Bıraksan kükreyecek,
Kükreyecek ama,aması var..
İnsanlar gördüm,anlaşılmayan,
Bir yüzü tapılası,diğeri atılası insanlar,
Atılası yüzlerine kör baktığım oldu,
Sonunda gördüm,
Gördüm ama ,aması var..
İnsanlar gördüm,yürüyen,
Koyunlu,kavallı,
İnsanlar gördüm ,yitik,
İnsanlar gördüm,zavallı,
Seçme şansları var mı dedim,kendi kendime,
Belki yok,yok ama, aması var..
İnsanlar gördüm,
Gücün duymak istediğini heceleyen,
İnsanlar gördüm,
Melekle yatıp,şeytanla geceleyen,
Sıktım yumruklarımı bekledim,
Bekledim,bekledim ama,aması var..
İnsanlar gördüm,dilim tutuldu,
İnsanlar gördüm,konuşamadım,tıkandım,
İnsanlar gördüm,insanlığımdan utandım,
Al başını git dedi şeytan,
Git uzaklara,
Gitmek kolay ,kolay ama ,aması var..
Ellerimi uzattım,tuttular,
Gözlerimi uzattım,umutlandılar,
Umutlandılar,umutlandılar ama,aması var..
İnsanlar gördüm,
Yüreğe yürek,dişe diş,
Bir koltuğunda cesaret,
Diğerinde çaresizlik,
Bıraksan kükreyecek,
Kükreyecek ama,aması var..
İnsanlar gördüm,anlaşılmayan,
Bir yüzü tapılası,diğeri atılası insanlar,
Atılası yüzlerine kör baktığım oldu,
Sonunda gördüm,
Gördüm ama ,aması var..
İnsanlar gördüm,yürüyen,
Koyunlu,kavallı,
İnsanlar gördüm ,yitik,
İnsanlar gördüm,zavallı,
Seçme şansları var mı dedim,kendi kendime,
Belki yok,yok ama, aması var..
İnsanlar gördüm,
Gücün duymak istediğini heceleyen,
İnsanlar gördüm,
Melekle yatıp,şeytanla geceleyen,
Sıktım yumruklarımı bekledim,
Bekledim,bekledim ama,aması var..
İnsanlar gördüm,dilim tutuldu,
İnsanlar gördüm,konuşamadım,tıkandım,
İnsanlar gördüm,insanlığımdan utandım,
Al başını git dedi şeytan,
Git uzaklara,
Gitmek kolay ,kolay ama ,aması var..
Gölgesinde yalnızlığımı sakladığım,
Babam vardı,
Omuzlarında korkularımı akladığım,
İlk aşklarım olmuştu
Adlarını sıralara bıçakla kazdığım,
Umutlarım olmuştu çocuk
Gökyüzüne bulutlarla yazdığım
İSTANBUL, NİSAN 2008
EKSİLER , ARTILAR
Michell'in ölümünün ertesi günü,
Suadiye sahilinde yürüyorum,
Deli bir lodos sabahı ve çığlık çığlığa martılar,
Benim kafamda yılların muhasebesi,
Eksiler,artılar..
Bıçakla kazınmış bir bankta
Yaşlı bir çift dalgaların sesini dinliyor,
Gözleri yorgun,bakışları umutsuz,
Çöp toplayıcılar yosunların arasında tırmıklarını gezdirirken,
Düşünüyorum da Mitchell'in ölümü ne kadar erken,
Tam emekliliğin tadını düşlerken,
Kimbilir şimdi hangi mezarlıkta yatıyor..
Deniz hala kıpır kıpır,
Yaşlı çift yavaşça banktan kalkıyor,
Ölümü düşünüyorum bir an,
Aslında ölüm de farklı olmalı diyorum,
Hayatı dolu dolu yaşamasını bilenler için,
Viking'ler gibi,denizin ortasına salınan bir teknede,
Göğsünde karşı koyarak var olmanın kılıcıyla,
Yakılmalısın mesela.
Dönüşte rüzgar karşıdan esiyor,
Yosunların keskin kokusunu duyuyorum,
Hala çığlık çığlığa martılar,
Bense kafamda cevapsız sorularla yürümeyi sürdürüyorum,
Eksiler,artılar..
Belirsizlikler sarmış
Dört yanımızı,
Kötü sonlar özgür,
Umutlara kelepçe..
Ne aşk gibi aşk kalmış,
Ne dost gibi dost,
İnce hesaplar özgür,
Saf duygulara kelepçe..
Doğrularla yanlışlar
Birbiriyle iç içe,
Baskılar alabildiğine özgür,
Düşüncelere kelepçe..
Yaş desen altmış,
Zamanın çıldırdığı yıllar,
Artık zor günler özgür,
Hayallere kelepçe..
İSTANBUL, KASIM 2008
SESSİZCE
Sessizce olacak ölümün,
Bir kedi gibi mesela,
Ayaklarının üstünde,gururlu ve sakin.
Yatağındaki acizliğini kimseyle paylaşmayacaksın,
Duyanlar 'NİHAYET' yerine, 'ÖYLEMİ' diyecekler yani.
Çok sade olacak gidişin,
Cenazende, ölüm korkusunu aklayan gözyaşlarına,
Zaman ve yer tanımayacaksın.
Öyle 'İz bırakırsan ölümsüz olursun' ,
Gibi sözlere inanmayacaksın.
Bir semt camisinden,
Meçhul bir mezarlığa doğru,
Geldiğin gibi kaybolacaksın..
Kötü sonlar özgür,
Umutlara kelepçe..
Ne aşk gibi aşk kalmış,
Ne dost gibi dost,
İnce hesaplar özgür,
Saf duygulara kelepçe..
Doğrularla yanlışlar
Birbiriyle iç içe,
Baskılar alabildiğine özgür,
Düşüncelere kelepçe..
Yaş desen altmış,
Zamanın çıldırdığı yıllar,
Artık zor günler özgür,
Hayallere kelepçe..
İSTANBUL, KASIM 2008
SESSİZCE
Sessizce olacak ölümün,
Bir kedi gibi mesela,
Ayaklarının üstünde,gururlu ve sakin.
Yatağındaki acizliğini kimseyle paylaşmayacaksın,
Duyanlar 'NİHAYET' yerine, 'ÖYLEMİ' diyecekler yani.
Çok sade olacak gidişin,
Cenazende, ölüm korkusunu aklayan gözyaşlarına,
Zaman ve yer tanımayacaksın.
Öyle 'İz bırakırsan ölümsüz olursun' ,
Gibi sözlere inanmayacaksın.
Bir semt camisinden,
Meçhul bir mezarlığa doğru,
Geldiğin gibi kaybolacaksın..
İSTANBUL , TEMMUZ 2009
İKİ ADAM
Bıktım içimdeki bu iki adamdan,
Bir yanım Yunus misali,
Her yöne barışık,
Diğer yanım hüzünlü,karmakarışık.
Gönlümün bir yarısı günlük,güneşlik,
Diğer yarısı bulutlu,kapkara,
Bir yanım barışa döner Mevlana gibi,
Diğer yanım isyanlarda, Che Guevara
İSTANBUL, KASIM 2009
GECELER
Çok acımasız olur uykusuz geceler,
Bir kal gelir geçmez sanki,
O ömrünü hızla tüketip götüren zaman.
Öyle bir hüzün saplanır ki bazen,
Sessizliğine karanlığın,
Dayanmaya sabır yetmez,
Bekleye durursun nafile sabahı,
Gece bitmez,
Yastık bitmez,
Dert bitmez..
İSTANBUL, NİSAN 2012
BENİM İSTANBUL'UM
Ya bu benim bildiğim o İstanbul değil,
Ya da ben bildiğim o adam,
Özgürlük kokardı benim İstanbul'umda kadınlar,
Buram buram..
İSTANBUL, AĞUSTOS 2013
YALNIZLIĞIN GERÇEK KOKUSU
Yine o uykusuz gecelerden birisi,
Gece yarısı üç,
Tekrar uyumaya çalışsam,zor..
Siyah kumandayla kırmızı kanallar arasında dolaşsam,
Gece anlamsız ve yalnız,
Gece uzun ve soğuk..
Kalk diyor şeytan,
Bir küçük el çantasıyla düş yollara,
Ardında hiçbir iz bırakmadan,
Yağmurun geceden ıslattığı caddelerde,
Yasaklı şarkılar dinleyerek uzaklaş şehirden.
Sonra, her zaman aklının takıldığı,
Fakat bir türlü sapamadığın o köy tabelaları var ya!
İşte onlardan birisine kıvır direksiyonu,
Üstelik ardına bile dönüp bakmadan,
Yolun incelerek bittiği son noktaya kadar git.
Aç pencereyi, çek içine yalnızlığın gerçek kokusunu,
Bir köy ağacının altında bekle sabahı,
Üstelik ,dönüş yolunu, seni kimin ne kadar özleyeceğini,
Yani, gecenin sonrasındaki sabahı hiç düşünmeden,
Yaşamının muhasebesini yap o ağacın altında.
Sor kendine cesaretle,
Ardında ki özlem için geri gider misin?
Geri dönmezsen ne olur?
Gidip de geri dönmeyen bir tek sen misin ?
KÜÇÜKKUYU, AĞUSTOS 2014
CEBO'NUN ÖLÜMÜ
Temmuz 2018 İstanbul, bir devlet hastanesi girişi,
İnsanlarda telaş,
İnsanlarda endişe,
İnsanlarda korku,
Arka tarafta, koridorun sonunda 112 nolu oda,
İçeriye yavaşça giriyorum,
Oda sıcak ve nemli,
Duvar kenarında bir yatakta,
Bembeyaz yüzlü,yaşlı bir adam kıvrılmış yatıyor,
Cebo'nun yatağı cam kenarında,
Hastalığın çoğunu aldığı ufacık vücuduyla,
Oturmuş gökyüzüne bakıyor,
Gökyüzü derken, o bildiğimiz mavi değil,
Buluta benzer bir beyazlık ama,bulut değil,
İşte öyle, pis bir İstanbul havası..
Yaklaş diyor bana yavaşça,
Küçülen yüzünde irileşmiş gözlerine bakıyorum,
Korkma diyor,kronometreyi durdurdum,
Ölümdü,zamandı,hiç takmıyorum,
Zaten sonlara inanmam bilirsin,
Başlangıçlara inanmadığım gibi..
İşte bu pencereden bakıyorum diyor haftalardır,
Gün her akşam,ertesi sabah doğmak için ölüyor,
Sabah ta ölmek için tekrar doğuyor,
Bu döngü her şeyde aynı değil mi?
O zaman ,ölüm ne ?, başlangıç ne ?, son ne? ,
Ben diyor,aslında zamana da inanmıyorum.
Kaybolan umutlar bu işin neresinde dersen,
Umut,korkuların anı gözardı etmek için ürettiği bir gerekçe,
Cesursan,bilmediğin gelecek yerine elindeki yaşama bakarsın,
Benim elimde bugün bu ver işte..
Sonra susup bana dönüyor,
Senin tarafta işler nasıl ?
Sözcükleri zihnimde toparlamaya çalışarak,
Bu aralar pek iyi değilim Cebo,diyorum,
Huzursuzum,endişeliyim,kafam karmakarışık.
Yüzünü bana doğru çevirip ,güçlükle gülümsüyor,
Yaşamak zor zanaat derler oğlum,bilirsin,
Sabır ister,güç ister,direnecek göğüs ister,
Yani,soba borusu gibi yürek ister yaşamak.
Sonra ,elimden çekerek yanına oturtuyor,
Yüzüme iyice yaklaşarak,
Bak,örnek veriyim istersen, diyor ve devam ediyor;
Öncelikle,zorlandığın her yokuşun ardında,
Daha da dik bir yokuşun seni beklediğini bile bile,
İlk yokuşu sabırla tırmanacaksın.
Tekerlekleri açılmayan bir uçağın pilotu olduğunu düşün,
İşte o anda,
Ellerin titremeden uçağı yere indire bileceksin.
Üstelik bunu,
Sonunda ölüm ihtimali olduğunu bildiğin halde,
Ölümü hiç düşünmeden yapacaksın.
Günü geldiğinde,
Günü geldiğinde,
Ellerinden kayarak giden 40 yıllık eşine rağmen,
Hayatı öne alıp,yaşama direnmesini becere bileceksin.
Hayatı öne alıp,yaşama direnmesini becere bileceksin.
Hatta yarın,
Onsuz bir yaşama nereden başlayacağını bilmemene rağmen,
İnatla ucundan yakalayıp bırakmayacaksın hayatı.
Bir gün, hiç hazır olmadığın bir anda,
Bir gün, hiç hazır olmadığın bir anda,
Sevilmediğini,istenmediğini hissedebilirsin.
İşte o an,kapının ardında seni bekleyen zorlukları düşünmeden,
Herşeyi elinin tersiyle itip çıkabileceksin kapıdan.
Ayrıca bunu,öyle kızdığın falan için değil,
Onurlu yaşamanın herşeyden daha değerli olduğuna
İnandığın için yapacaksın.
An gelir,hayal kırıklıkları dayanılmaz olur.
An gelir,hayal kırıklıkları dayanılmaz olur.
Sürekli yenilmekten yorulduğunu,
İçinde yaşadığın topluma yabancılaştığını hissedebilirsin.
İşte o zaman,inançlarını sorgulamak yerine,
Onlara daha da sıkıca sarılarak direne bileceksin.
Üstelik bunu yaparken,sonucu hiç düşünmeden,
Gerçek başarının direnmekten vazgeçmemek olduğuna
İnandığın için yapacaksın.
İnatla ve dimdik ayakta kalmayı becere bileceksin.
Yani,uzun lafın kısası,
Yani,uzun lafın kısası,
Üzerinde tonlarca yüke rağmen
Gülümsemeyi becerebilmektir yaşamak..
Odadan çıkarken kafam daha da karıştı,
Cebo'yu son görüşüm olduğunu biliyordum,
Onunla kalıp ölmek mi,
Yoksa yaşamak mı ?
Gülümsemeyi becerebilmektir yaşamak..
Odadan çıkarken kafam daha da karıştı,
Cebo'yu son görüşüm olduğunu biliyordum,
Onunla kalıp ölmek mi,
Yoksa yaşamak mı ?
Daha zor diye düşündüm bir an.
Odanın dışında koridor,
Koridorlarda ter,
Koridorlarda endişe,
Koridorlarda telaş,
Dışarıda bir gökyüzü,mavi değil,
Buluta benzeyen bir beyazlık ama bulut değil,
İşte öyle,pis bir İstanbul havası..
Odanın dışında koridor,
Koridorlarda ter,
Koridorlarda endişe,
Koridorlarda telaş,
Dışarıda bir gökyüzü,mavi değil,
Buluta benzeyen bir beyazlık ama bulut değil,
İşte öyle,pis bir İstanbul havası..
Aslında sanıldığı gibi kolay değildir okunası şiirler yazmak,
İçinizdeki isyanları kelimelere dökerek değerli kılmak,
Emek ister,
Samimiyet ister,
Yürek ister.
İnanmadığın fikirleri savunmaya,
Yalan haberleri manşet yapmaya,
Sorunları bırakıp kaçmaya,
İnsanları kandırarak politika yapmaya benzemez yani..
İSTANBUL, EKİM 2018
KOKU
Her çocuk kendi kokusuyla doğar,
Sadece annesinin duyabildiği,
Şımarıklığı gizlenir o kokunun ardında,
Acizliği gizlenir kimi zaman,
Yüzüne kapanmayan son kapıdır o,
Sığınabileceği son liman,
Ölen sadece annen değildir yani,
Kokunda birlikte ölür,
Anneni kaybettiğin zaman..
İSTANBUL , KASIM 2018
UTANMIYORUM
E5 bu saatte yoğun olur,
Sahilden gitsem,
Sağda tersaneler,çiçekçiler,
Bakım evi yolun sonunda,
Deniz kenarında,
Küçük ve sessiz bir yer.
Dışarıda yağmuru üşüten bir lodos,
Rıfat hoca terasta,
Dizlerinde bir battaniye,
Elinde sağ köşesi buruşmuş bir Sözcü gazetesi.
Hocam diyorum, hatırladınız mı ?
Ben Ticari İlimler de öğrencinizdim.
Yüzüme bakıyor,
Tanımadığı belli ama önemsemiyor.
Otur,diye işaret ediyor,
Yanındaki sandalyeye ilişiyorum.
Utanmıyorum,diyor,
Yaşlılığımdan utanmıyorum.
Hocam ne demek, estağfurullah,
Elimi sıkıp susturuyor,
Aslında yaşlılık ayrıcalıktır.
Cenazelerde, ' Her fani ölümü tadacaktır ' derler,
Oysa yaşlılık sadece şanslılara nasip olur unutma!
İşte bu nedenle,
Ağrıyan dizlerimden,
Kataraktlı gözlerimden,
Acıtan sözlerimden utanmıyorum.
Hocam ne demek, Allah uzun ömürler versin,
Tekrar elimi sıkıp susturuyor,
Ölüme gelince, hiç takmıyorum diyor,
Ben öldüğümde,
İçinde Rıfat hoca olmayan yeni bir dünya kurulur,
Ben kapıyı çeker çıkarım,
Yani, gidenin yokluğu, kalanın sorunudur aslında..
Gazetenin buruşuk köşesiyle oynuyor,
Sen kimsin,beni nereden tanıyorsun ? diye soruyor,
Şaşkınlıkla bakarken,
Arkasındaki hemşire sessizce uyarıyor,
Susuyorum..
Rıfat hoca devam ediyor,
Utanmıyorum,
Sabahı gelmeyen gecelerden,
Ağzımda titreyen hecelerden,
Çözemediğim bilmecelerden utanmıyorum.
Sonra dalıp gidiyor bir süre,
Seçim var martta diyor, unutma !
Hocam öyle de,moralimiz bozuk,
Gidiyoruz ama bir şey değişmiyor.
Yine de vazgeçmeyeceksin diyor,
Öyle zamanlar olur ki,
Verdiğin oy seçtiğini doğrulamaz ama seçmediğini cezalandırır,
İşte bugün öyle bir gün.
Kaybedenlerden olmak,
Vazgeçenlerden olmaktan her zaman daha onurludur,unutma!
Sen git görevini yap,pişmanlıklar yanlış yapanlarda kalsın.
Sehpanın üzerindeki bardaktan bir yudum su içiyor,
Sonra devam ediyor,
Anlamsızca kesilen uykulardan,
Dinlediğim eski şarkılardan,
Gitgide artan korkulardan utanmıyorum..
Lodos ince ince üşütüyor,
Rıfat hoca battaniyesini yukarı çekerek konuşmasını sürdürüyor,
Yarın cumartesi diyor, aileler gelir,
Zaten çoğu için buraya bıraktıklarında ölmüş sayılırsın,
Bazıları gelir ama yoktur,
Bazıları gelmez ama mazereti çoktur.
Ben yine de her cumartesi erkenden kalkıp tıraş olurum,
Kalan tek takım elbisemi giyer hazırlanırım,
Yani, gelmeyeceklerini bildiğim halde,
Oğlum ve torunumun yollarını gözlemekten,
Duvardaki resme dönerek devam ediyor,
Atatürk'ü özlemekten utanmıyorum..
Rıfat hocaya veda edip ayrılıyorum,
Kafam daha da karışıyor,
Sahilden dönsem,
Dönüş tıkalı, İski çalışıyor,
E5 i denesem,
Bu saatlerde okul çıkışı,
Akan trafiğe karışıyorum çaresizce..
Radyo alaturka'da eski bir şarkı,
' Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir ' diyor,
Yağmur hızını iyice artırıyor,
Bu kış hiç durmadı zaten,
Baharı özlüyorum, içim çiseliyor..
İSTANBUL , ŞUBAT 2019
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ..
Evin kapısını sessizce kapatıp çıkıyorum,
İçimde büyüyen bir yalnızlık,
Vakit gece yarısı, kafam karmakarışık.
Arabanın soğuk koltuğuna yerleşiyorum,
İstikamet zeytin ağaçları ve ardında bir deniz..
Radyonun kısık sesi bile fazla geliyor,
Bu gece ruhumda müziğe yer yok,
Konuşarak ulaşamadığım yanıtları,
Gecenin sessizliğinde aramak istiyorum.
Boşluklar,endişeler ve cevapsız sorularla birlikte,
Düşüncelerin dibine doğru ilk gaza basıyorum.
Farların ışıkları sessizliği lekeliyor,
Gece araba kullanmayı hiç sevmiyorum..
Yasak hızlarda huzur aradığım saatlerin sonunda,
Zeytin ağaçlarının arasından ilk deniz gözüküyor,
Henüz hiç bir soruya yanıt bulamadım,
Kim bilir belkide yanıtlar, cevapsız soruların içinde gizlidir.
Camı açıyorum,
Ege'nin kokusu buram buram..
Koya yaklaştığımda Kaptan'ın kayığını görüyorum,
Her zamanki yerinde sakin ve demirli,
Yorgun motorunu çalıştırıp,
Açık denizlere taşıyacak kader arkadaşını sabırla bekliyor.
Sahilde bir taşın üzerine ilişiyor ve güneşin doğuşunu izliyorum.
Deniz yavaşça aydınlanırken,
Kaptan uzaktan görünüyor.
Karşılaştığımızda ne söyleyeceğimi düşünürken,
Sanki geleceğimi biliyormuş gibi sakince yaklaşıp,
Hoş geldin evlat diyor.
Sonra parmağını ıslatıp havaya tutuyor,
Bu gün rüzgar yok, deniz sakin,
Vakit kaybetmeyelim istersen,
Ben kayığa çıkıyorum,
Motor çalışınca halatı çözersin,
Motor nazlı, ara sıra çalışır bilirsin,
Garantisi yok yani,
O da benim gibi, bedeni yaşlı ve yorgun,
Ama ruhu genç ve umutlu.
Dayanamayıp soruyorum ; kaptan şaşırmadın mı ?
Sanki geleceğimi biliyor gibisin.
'Hissi Kablel Vuku' diyor,
İçime doğdu yani.
Seni çok özlemişim evlat ve burada yanımdasın,
Gerisinin ne önemi var,
Hadi çok konuşma, at halatı,
Sülüna torbasını yere koy,oraya iliş.
Kayık yorgun motoruyla hareket ediyor,
İstikamet Midilli açıkları..
Gözlerimi kapatıp denizin kokusunu hissediyorum,
Motorda bir aritmi,
Neredeyse durdu duracak,
Doktor dinlese, önce anjiyo,sonra bıçak yani.
Motorun gürültüsünde kulağıma eğiliyor Kaptan,
Değişmeyeceksin, diyor,
Şaşkınlıkla oltalara bakıyorum,
Devam ediyor,
Kadınlar diyorum, değiştirmek isterler,
Mantıkları ile duyguları birbirinden bağımsız çalışır,
İstediklerini yapacak erkekleri arar,
Yapmayanlara tutsak olurlar.
Sonra özgür kalmak için değiştirmeye çalışırlar,
Değiştirince de tutku biter.
Şaşkınlıkla kafamı toparlamaya çalışırken,
Sabahın ilk güneşiyle aydınlanan bulanık denizi işaret ediyor,
Levrek, diyor, işte bu çamurlu sularda yaşar,
Temiz sulara taşıdığında beslenemez ölür,
Kadın hem levreği ister, hem de temiz suyu,
Levrek,sevgiyi besleyen tutkudur,
Bulanık sular ise,senin içindeki aykırı,yaramaz çocuk,
O çocuğu kaybedersen tutku da yok olur.
Doğrularını korurken,
İçindeki aykırı adamı asla kaybetmeyeceksin,
Levrek bulanık sudan çıkmayacak yani,
Tutkuyu yaşatmanın sırrı bu !
Gözlerimi kapatıp,duyduklarımı bir süre hazmetmeye çalışırken,
Motor son bir kez daha tekleyip duruyor.
İşte mercan kayalıklarına geldik diyor Kaptan,
Kerteriz,kum burnu ile şu beyaz evin kesiştiği yer,
Burası mercan bölgesi.
Çapayı atıp kayığı bağlıyoruz,
Sülünaları oltanın ucuna itinayla yerleştirip,
Durgun sulara salıyoruz,
Dibe vardığında,
Biraz yukarı çekip bekliyoruz,
İşte diyor Kaptan,huzurun tavan yaptığı yer burası.
Her şeyi unutup dibe vur sende,
İçindeki boşlukla orada barışmayı dene,
Sonra biraz yukarı çek kendini ve bekle,
Yanıtlar ilk balık vurduğunda gelmeye başlar,
Bazen doğrular oltaya takılır çekersin,
Bazen de oltadan kurtulur, kaçar gider,
Sen sabır ve umutla bir sonraki balığın vurmasını bekleyeceksin,
Bu kural her yerde geçerlidir unutma!
Ya balık hiç vurmazsa Kaptan,
O zaman ne olacak?
Soğan salatasına domates kesen nasırlı ellerini,
Deniz suyuyla yıkarken,
Yüzüme bakıyor ve yanıtlıyor,
İçine döneceksin!
Belki de balıklar suskunluğunda bağırdığın için kaçmışlardır,
Sessizliğinde de susmasını öğrenmelisin..
Elini omzuma atıp,içimdeki karmaşayı okşuyor bir süre,
Sonra gırtlak kanserinin kıstığı yanık sesiyle,
Eski bir şarkı mırıldanıyor,
'Solsan da sararsan da yine gülpembe dehensin,
Rabbin bana bir nimeti varsa o da sensin'
Yıl 1956 , İskeçe sokakları,
Sula, diyor, şu Rum kadın,
Sana onu anlatmış mıydım ?
KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2019
HEDİYE
Eminönü, Kadıköy vapur iskelesi, 14 şubat,
Hava açık, dışarıda soğuk bir poyraz,
Karşıda Topkapı Sarayı, Sarayburnu, martılar,
Akşama balık mı alsam ?
Yanında salata, beyaz şarap,
Aslında eski balıklarda kalmadı,
Yemek sonrası hep ağızda kötü bir tat kalıyor,
Kapılar açıldı, Kadıköy vapuru yolcu alıyor.
Sakin bir köşe seçiyorum,
Karşımda temiz giyimli yaşlı bir adam oturuyor,
Göz göze geliyoruz bir ara,
Elimdeki mavi kurdeleli hediye paketini işaret ediyor,
Hediye almak bir sanattır,
Anlamadım,diyorum,
Yaklaşarak gülümsüyor ve tekrarlıyor,
Zor iştir hediye almak,
Bir yanıt verme ihtiyacıyla,
14 şubat diyorum ,işte malum gün,adet olmuş,
Sözümü kesiyor,
Hediye bir karakter yansımasıdır unutma!
İçine ne koyarsan koy,
Açınca içinden sen çıkarsın yani.
Şaşkınlıkla bakarken devam ediyor,
Hediye hem aldığın kişiye verdiğin değerin,
Hem de o değeri ifade etme yeteneğinin bir ölçüsüdür,
Sevginin gözü,sözün özüdür hediye,
Hani o sayılı ve farklı renklerde seçilen çiçekler,
Yeterince düşünmeden alınan kitaplar,
Hastanelere taşınan oda kolonyaları tarzı şeyler var ya!
Onlar hediye değil, düşünce tembelliğidir.
Tamam ama, insanlar ne yapsın,diyorum,
Zaten hayat şartları ortada,
Biraz abartmıyor musunuz ?
Yanılıyorsun diyor,
Hediye, bilinenin aksine parasız bir değer ifade ölçüsüdür,
Ayrıca ,değeri azaldıkça anlamı artar,
Parayla ters orantılıdır yani.
Düşünsene, gece emeğiyle fırına atılan bir çörek,
Kaç düzüne güle eşittir?
Bir çocuğun ilk resminde,
İçine sevdiklerini koyduğu evin piyasa değeri nedir mesela?
Aslında, azla çok verme sanatıdır hediye.
Ayrıca, hediye vardır gönüllerde eser,
Hediye vardır insanı ezer,
Kimseye karşılığını veremeyeceği yük yüklemeyeceksin,
Hayranlık beklerken nefret biriktirebilirsin, unutma!
Düşünce ve fedakarlığın iç içe geçtiği yerde kalmalıdır hediye..
Gün gelir sevdiklerinin sana ihtiyaç duyduğunu hissedersin,
İşte o an gerekçe üretmeden sınırlarını zorlamaktır hediye.
Bazen telefonda sıcak bir ses olur,
Bazen yanında candan bir nefes,
Yani, beklemedikleri anda çaresizliğe sorgusuz uzanan,
Dost bir eldir hediye.
Sana düşen tarafına gelince,
Doğru zamanda doğru şeyi yapmanın huzuru,
Gece yatarken kendine vereceğin en değerli hediye olur.
Bazen yaptıklarında ölçüyü kaçırdığını,
Çevrenin yargılama sınırlarını aştığını hissedebilirsin,
Yok artık, bu kadar da olur mu? denilebilir yani,
İşte o anda yaptıklarını sorgulamaksızın,
Kendi doğrularında direnmek,
Tüm eleştirileri göz ardı edebilmektir hediye.
An olur haksızlığa uğradığını düşünür,
Kendini alabildiğine yalnız hissedebilirsin,
İşte o an,haklılığını haykıracak gücün olduğunu bile bile,
Yılların hatırına susan bir dil,
Bir sabırdır hediye,
Sonra bir 12 aralık gelir,
Kara bir oğlan açar hayata gözlerini,
Gelir sevginin doruğuna oturur,
Tanrının sana uzanan elleri olur hediye,
Hediye deyince geçmeyeceksin yani..
Vapur iskeleye yanaşıyor,
Yaşlı adama veda edip,
Merdivene yönelen kalabalığa karışıyorum.
Zayıf, kara kuru bir çocuk,
Flütle İzmir marşını çalıyor,
Kafamın iyice karıştığı bir gün daha yaşıyorum,
İskelede rüzgar soğuk esiyor,
Bere mi taksam, üşüyorum..
İSTANBUL, ŞUBAT 2019
TAVANARASI

Bu Korona geceleri uykular iyice gitti,
Şahdı şahbaz oldu yani,
Elimde uzaktan kumanda dönüyor duruyorum,
Yatakta bir sağda,bir öbür taraftayım,
Uykularda uyku değil zaten
Sanki araftayım.
Yine öyle zor bir gece,
Rüyamda babamı görüyorum,
Çatıya çıkan merdivenlerin başında,
Üzerinde çift cepli Kanadyen gömleği,
Alnı hafifçe terli, yüzü biraz yorgun,
Saçlarını limonla geriye taramış,
Yanına yaklaşıyorum,
Babacığım diyorum,seni çok özlemişim,
Çatıyı işaret ediyor eliyle,
Gel,diyor,
Birlikte çıkıyoruz,
Sağdaki ilk odada,
Yıllardır içini açmadığım eski bir sandığı gösteriyor,
Özlüyorsan diyor,
Ben işte oradayım,
Geçmişin izleri o eski sandıklarda,
Sarı yapraklar ve eski resimler arasındadır bakarsan,
Yani hatırlandıkça yaşar,unutulunca ölür insan...
Yutkunuyorum,devam ediyor,
Burada benim zamanla falan işim yok zaten,
Hergün geçmişten yeni bir sayfa açıyorum,
Oğlum ! diyor, ben artık hatıralarla yaşıyorum...
Birden yıllardır mezarına gitmediğimi hatırlıyor,
Yüzümü eğiyor,utanıyorum,
Düşüncelerimi okuyarak,sevgiyle omzuma dokunuyor,
Üzüntü ve endişelerinin farkındayım, diyor,
Çocuklar ay çiçekleri gibidir,
Doğduklarında yüzleri güneşe doğru bakar,
Güneş sevgidir,masumiyettir,
Sonra gün gelir
Birçoğu kafasını başka yöne çevirir,
Sevgi bazen arkada kalır yani !
Kimi zaman Tanrı'nın planları farklı olur,
Kimi zaman da çıkarlar masumiyetin önüne geçer,
Ana,babalığa gelince,
Çaresizlikler içerisinde yol aramaktır unutma ..!
Kolay çocuk yoktur, az sabır vardır yani...
Baba ben de mi?
Hayır dercesine yüzümü okşuyor ve devam ediyor,
Ülkenin geleceği de uykularını kaçırıyor biliyorum,
Öyle zamanlar olur ki insan hayatında,
Yaşananlara biçare kalamazsın,
Öyle meşe odunları yönetir ki bazen kaderini,
İstesen,keserle bile yapamazsın,
Böyle zamanlarda ne kendini üzecek,
Ne de topluma darılacaksın,
Tam aksine,
Atatürk ilkelerine daha da sıkı sarılacaksın,
Bu günler de birgün tarihin tozlu sayfalarına yazılır,
Unutma ! yıllar sonra,
Deli İbrahim ile Fatih'in resimleri yanyana asılır...
Birden ter içinde uyanıyorum,
Kalbim küt küt atıyor,
Ses yapmayan çoraplarımı giyiyor,
Çatıya çıkıyorum,
Gözüm etrafımda,
Sanki babam beni izliyor,
Sandığı yavaşça açıyorum,
Yıllardır elimi sürmediğim
Eski belgeler,şiirler,çerçeveler, resimler,
Hepsini sevgiyle okşuyorum...
Aslında bu rüya olayı ne kadar da garip ve gizemli,
Babamın değimiyle,
Anlaşılmayacak bir muamma
Dipsiz bir kuyu,
Babacığım huzur içinde uyu...
Çatıdan mutfağa doğru yavaşça süzülüyorum,
Aklımda Zeki Müren'den eski bir şarkı,
Şimdi uzaklardasın,gönül hicranla doldu,
Hiç ayrılamam derken,kavuşmak hayal oldu
Bilmem ki sonunda kavuşma umudu olmasa
Gönül bu acılara dayanır mı?
Saat dokuza geliyor
Çayı demlesem mi acaba
Figen uyanır mı ?
İSTANBUL , MAYIS 2020
MAHENDRA
Hindistan üzerinde hep türbülans olur,
Kimbilir belki de Tanrı aşağıdaki sefalete dikkat çekiyordur..
İnişe iki saat var,biraz uyusam,
Sallanan uçağın titreşimleri ve
Alttaki bulutların beyazlığında
Gözlerim kapanıyor bir ara.
Kemer ikaz sesi ve anonsla uyanıyorum,
Dağların arasından süzülerek iniyoruz,
Nameste..
Kathmandu'ya hoş geldiniz.
Everest'e giden dağcılar
Ve çekik gözlü turistlerle birlikte,
Islak bir bant üzerinde
Yorgun dönen bavullarımıza ulaşıp,
Şehrin nemli ve duman kokulu karmaşasına karışıyoruz.
Havada sabahın ince soğuğu
Ve gün doğarken tapınaklarda yakılan ölülerin kokusu,
Yollarda fareler,maymunlar ve insanlar,
Anlaşılmaz ve garip bir uyumla
Ve bir barış sessizliğinde
Hep birlikte yürüyorlar..
Otel şehrin biraz dışında,
Yerleşip şehri dolaşmak için sabırsızlanıyorum,
Yarın yolculuk Pokhara'ya,
Mahendra ile buluşacağım.
Bavulları nemden ıslanmış yatağın üzerine atıp,
Yürüyen insanlara karışıyorum..
Akşam otele döndüğümde,
Aklımda şehirden ne kaldı diye düşünüyorum,
Herhade burası' ölümden önceki son durak'
Sonra cevabını bilmediğim bir soru soruyorum ;
Herşeye rağmen insanlar neden bu kadar sakin ve huzurlu?
Sabah beni Mahendra'ya ulaştıracak eski araca biniyor
Ve ince yollardan kıvrıla kıvrıla
Pokhara'ya doğru ilerliyoruz.
Burada öyle trafik,kural falan hak getire,
Her virajda heyecan,
Görünmez kaza yani..
Korkulu saatler sonrası
Eski ve görkemli bir ahşap evin önünde duruyoruz,
Ağır kapıyı açan orta yaşlı kadın,
Hindu selamıyla buyur ediyor,
Karanlık bir koridorun ardından,
Tütsü kokuları arasında,
Bir şöminenin karşısında oturan Mahendra'yı görüyorum,
Şöminenin ışıkları,
Beyaz ve görkemli sakalının üzerindeki kırışıkları,
Daha da belirgin hale getiriyor.
Mahendra,önce beni büyük bir dikkatle süzüyor,
Sonra,aksanlı ama düzgün bir İngilizce ile,
Türkiye'den geliyormuşsun ,diyor,
Atatürk'ün ülkesi..
Şaşırıyorum!
Sonra devam ediyor :
14 yaşındaydım, 11 kasım 1938,
Babam elimden tutmuş yürüyorduk,
Dün bir yıldız kaydı,dedi,
Sonra öyle bir hayranlıkla anlattı ki Atatürk'ü,
Bir daha hiç unutmadım.
Ama diyorum,şimdi biraz endişelerimiz..
Sözümü kesiyor,
Biliyorum diyor,takibediyorum,
Sakın korkma!
Yapraklar gün gelir dökülür gider,
Oysa hayatı sürdüren köktür,
Düşünsene,
Osman'lı nın kuruluşundan sonra çok daha görkemli
Nice padişahlar gelmiş,
Ama imparatorluk yıkılana kadar,
Adı ve ilkeleri kurucusuyla anılmış,
Sizin devletiniz bir Atatürk cumhuriyeti,
Akşam olur,gün batar,
Kara gölgeler sırayla kaybolur,
Ama Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalır..
Mahandra'nın tarih bilgisinin şaşkınlığında,
Evet ama insanlar korkuyor,
Başka ülkelere gidiyor,diyorum.
Korku iyidir diyor Mahandra,
Sadece aptallar korkmaz,
Ancak, cesaret korkularla başa çıkmaktır, unutma..!
Başka ülkelere gitmeye gelince,
Korku ve endişeleri nedeniyle bırakıp gidenler,
Bence mücadele gücü eksik insanlardır,
Evlenirken,’iyi günde,kötü günde’sözü verdiğin eşini,
Kötü günde terketmek gibi yani.
Dedelerinin uğruna savaştıkları toprakların
Evlilik kadar değeri yok mu?
Düşüncelerinle birlikte gittiğinde ise,
Gittiğin yere endişelerini de taşırsın,
Uzun lafın kısası,
Nereye gidersen git,
Asla kendinden kaçamazsın,
En değerli varlığın,öz güvenin,
Geride kalır yani..
Demek ki, 'tebdili mekanda ferahlık yok'
Diye mırıldanıyorum,
Anlamıyor,ata sözü diyor ve devam ediyorum,
Ama insanlar mutlu olmak için alternatifler..
Mahandra yine sözümü kesiyor,
Neden sürekli mutluluğu ve sorunsuz yaşamı arıyorsunuz?
Doğanın kurgusu bu değil ki.!
Tanrı insanları problemsiz yaşasınlar diye yaratmamış,
Hayat,sorunlar içerisinde yol almak üzerine kurgulanmıştır,
Yani,mutluluğun doğada bir karşılığı da,
Bir tarifi de yoktur.
Mesela diyor, Mahendra,
Çölde susuz kalan insan suya kavuştuğunda mı daha mutludur,
Yoksa,zengin babasından büyük bir hediye alan çocuk mu?
Gözü gören bir insan,
Kör olup sonradan gözü açılan bir insanın mutluluğunu
Ne kadar hissedebilir?
Sancıdan kıvranan bir kanser hastasının
Morfinle kesilen acısı nedeniyle yaşadığı anlık mutluluğu
Nereye koyacaksın yani?
Dikkat et diyor Mahendra,
Gerçek mutluluğun kökeninde
Kaybettiğin şeyleri tekrar kazanıp
Değerini anlamak ve acı çekmek yatar,
İşte bu kadar basit..
Yeşil çayını yudumluyor ve devam ediyor,
Yurt dışında yaşamaya gelecek olursak,
Ben yurt dışında mutlu görünenlere çok rastladım,
Ama gerçek anlamda huzur bulanı hiç görmedim.
Aslında gittiğin yerde hep sorgulanırsın,
Açıkça söylemezler ama hissedersin,
Çocuklarının adını değiştirir,
Kimliğini açıklamaktan bile çekinebilirsin,
Yüzüne güler, seni kabullenmiş görünürler,
Ama sabırla ilk hatanı beklerler,
Ve gün geldiğinde paket açılır
Ağızlardaki baklalar dökülür,
Bilmene rağmen gözardı ettiğin farklılıkların
O zaman yüzüne vurulur yani..
Diyelim ki vaz geçip geri döndün,
İşte o zaman da kendi ülkende,
İsminin yanına koyulan soru işaretleriyle yaşarsın,
Neden gittiğin ve niye döndüğün sorgulanır bu defa..
Kuruyan dudaklarımı yeşil çayla ıslatıp mırıldanıyorum,
'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun'yani..
Anlamıyor, ata sözü diyor ve soruyorum,
Peki Mahendra,hayatın anlamı ve ölüm bunun neresinde?
Gülümsüyor,
Beklenen soru geldi diyor,
Kısaca,üç acı ve üç mutluluk olarak özetlenebilir sanırım,
Şaşkınlık ve merakla devamını bekliyorum,
Doğarken ilk nefeste ağlar,
Sonra sakinleşir ve huzur duyarız.
Yaşarken,en büyük mutlulukları,
Çekilen acılar sonrası hissederiz.
Ölüm ise son bir acıyla gelir
Ve sonrası yine huzur ve mutluluktur.
Bir cesaretle,
Nereden biliyor sunuz ?diye soruyorum,
Kurgu bu diyor, ölümde neden değişsin?
Peki,ölümden sonra ki mutluluğu biraz açar mısın?
Açamam diyor, o senin paketin,
Senin sürprizin,
Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi?
Bilinmeyenler ve sürprizler,
Yaşam işte böyle kuruldu..
Bakıcı kadın kulağıma eğiliyor,
Mehandra yoruldu,
Teşekkür ediyor ve kalkıyorum,
Korkulu virajlardan şehre dönüyoruz,
Mahendra'yı dinledikten sonra,
Fakirlik ve sefalet içerisideki huzurlu düzeni
Daha iyi anlıyorum,
Ama doğruyu söylemek gerekirse,
Ölüm yine de ürkütüyor,
Yolda Karacaoğlan'ın şiirinden,
Leman Sam'ın şarkısını mırıldanıyorum,
'Ardıma düşüp te yorulma ölüm,
Var git ölüm bir zaman da yine gel'..
KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2020
Kimbilir belki de Tanrı aşağıdaki sefalete dikkat çekiyordur..
İnişe iki saat var,biraz uyusam,
Sallanan uçağın titreşimleri ve
Alttaki bulutların beyazlığında
Gözlerim kapanıyor bir ara.
Kemer ikaz sesi ve anonsla uyanıyorum,
Dağların arasından süzülerek iniyoruz,
Nameste..
Kathmandu'ya hoş geldiniz.
Everest'e giden dağcılar
Ve çekik gözlü turistlerle birlikte,
Islak bir bant üzerinde
Yorgun dönen bavullarımıza ulaşıp,
Şehrin nemli ve duman kokulu karmaşasına karışıyoruz.
Havada sabahın ince soğuğu
Ve gün doğarken tapınaklarda yakılan ölülerin kokusu,
Yollarda fareler,maymunlar ve insanlar,
Anlaşılmaz ve garip bir uyumla
Ve bir barış sessizliğinde
Hep birlikte yürüyorlar..
Otel şehrin biraz dışında,
Yerleşip şehri dolaşmak için sabırsızlanıyorum,
Yarın yolculuk Pokhara'ya,
Mahendra ile buluşacağım.
Bavulları nemden ıslanmış yatağın üzerine atıp,
Yürüyen insanlara karışıyorum..
Akşam otele döndüğümde,
Aklımda şehirden ne kaldı diye düşünüyorum,
Herhade burası' ölümden önceki son durak'
Sonra cevabını bilmediğim bir soru soruyorum ;
Herşeye rağmen insanlar neden bu kadar sakin ve huzurlu?
Sabah beni Mahendra'ya ulaştıracak eski araca biniyor
Ve ince yollardan kıvrıla kıvrıla
Pokhara'ya doğru ilerliyoruz.
Burada öyle trafik,kural falan hak getire,
Her virajda heyecan,
Görünmez kaza yani..
Korkulu saatler sonrası
Eski ve görkemli bir ahşap evin önünde duruyoruz,
Ağır kapıyı açan orta yaşlı kadın,
Hindu selamıyla buyur ediyor,
Karanlık bir koridorun ardından,
Tütsü kokuları arasında,
Bir şöminenin karşısında oturan Mahendra'yı görüyorum,
Şöminenin ışıkları,
Beyaz ve görkemli sakalının üzerindeki kırışıkları,
Daha da belirgin hale getiriyor.
Mahendra,önce beni büyük bir dikkatle süzüyor,
Sonra,aksanlı ama düzgün bir İngilizce ile,
Türkiye'den geliyormuşsun ,diyor,
Atatürk'ün ülkesi..
Şaşırıyorum!
Sonra devam ediyor :
14 yaşındaydım, 11 kasım 1938,
Babam elimden tutmuş yürüyorduk,
Dün bir yıldız kaydı,dedi,
Sonra öyle bir hayranlıkla anlattı ki Atatürk'ü,
Bir daha hiç unutmadım.
Ama diyorum,şimdi biraz endişelerimiz..
Sözümü kesiyor,
Biliyorum diyor,takibediyorum,
Sakın korkma!
Yapraklar gün gelir dökülür gider,
Oysa hayatı sürdüren köktür,
Düşünsene,
Osman'lı nın kuruluşundan sonra çok daha görkemli
Nice padişahlar gelmiş,
Ama imparatorluk yıkılana kadar,
Adı ve ilkeleri kurucusuyla anılmış,
Sizin devletiniz bir Atatürk cumhuriyeti,
Akşam olur,gün batar,
Kara gölgeler sırayla kaybolur,
Ama Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalır..
Mahandra'nın tarih bilgisinin şaşkınlığında,
Evet ama insanlar korkuyor,
Başka ülkelere gidiyor,diyorum.
Korku iyidir diyor Mahandra,
Sadece aptallar korkmaz,
Ancak, cesaret korkularla başa çıkmaktır, unutma..!
Başka ülkelere gitmeye gelince,
Korku ve endişeleri nedeniyle bırakıp gidenler,
Bence mücadele gücü eksik insanlardır,
Evlenirken,’iyi günde,kötü günde’sözü verdiğin eşini,
Kötü günde terketmek gibi yani.
Dedelerinin uğruna savaştıkları toprakların
Evlilik kadar değeri yok mu?
Düşüncelerinle birlikte gittiğinde ise,
Gittiğin yere endişelerini de taşırsın,
Uzun lafın kısası,
Nereye gidersen git,
Asla kendinden kaçamazsın,
En değerli varlığın,öz güvenin,
Geride kalır yani..
Demek ki, 'tebdili mekanda ferahlık yok'
Diye mırıldanıyorum,
Anlamıyor,ata sözü diyor ve devam ediyorum,
Ama insanlar mutlu olmak için alternatifler..
Mahandra yine sözümü kesiyor,
Neden sürekli mutluluğu ve sorunsuz yaşamı arıyorsunuz?
Doğanın kurgusu bu değil ki.!
Tanrı insanları problemsiz yaşasınlar diye yaratmamış,
Hayat,sorunlar içerisinde yol almak üzerine kurgulanmıştır,
Yani,mutluluğun doğada bir karşılığı da,
Bir tarifi de yoktur.
Mesela diyor, Mahendra,
Çölde susuz kalan insan suya kavuştuğunda mı daha mutludur,
Yoksa,zengin babasından büyük bir hediye alan çocuk mu?
Gözü gören bir insan,
Kör olup sonradan gözü açılan bir insanın mutluluğunu
Ne kadar hissedebilir?
Sancıdan kıvranan bir kanser hastasının
Morfinle kesilen acısı nedeniyle yaşadığı anlık mutluluğu
Nereye koyacaksın yani?
Dikkat et diyor Mahendra,
Gerçek mutluluğun kökeninde
Kaybettiğin şeyleri tekrar kazanıp
Değerini anlamak ve acı çekmek yatar,
İşte bu kadar basit..
Yeşil çayını yudumluyor ve devam ediyor,
Yurt dışında yaşamaya gelecek olursak,
Ben yurt dışında mutlu görünenlere çok rastladım,
Ama gerçek anlamda huzur bulanı hiç görmedim.
Aslında gittiğin yerde hep sorgulanırsın,
Açıkça söylemezler ama hissedersin,
Çocuklarının adını değiştirir,
Kimliğini açıklamaktan bile çekinebilirsin,
Yüzüne güler, seni kabullenmiş görünürler,
Ama sabırla ilk hatanı beklerler,
Ve gün geldiğinde paket açılır
Ağızlardaki baklalar dökülür,
Bilmene rağmen gözardı ettiğin farklılıkların
O zaman yüzüne vurulur yani..
Diyelim ki vaz geçip geri döndün,
İşte o zaman da kendi ülkende,
İsminin yanına koyulan soru işaretleriyle yaşarsın,
Neden gittiğin ve niye döndüğün sorgulanır bu defa..
Kuruyan dudaklarımı yeşil çayla ıslatıp mırıldanıyorum,
'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun'yani..
Anlamıyor, ata sözü diyor ve soruyorum,
Peki Mahendra,hayatın anlamı ve ölüm bunun neresinde?
Gülümsüyor,
Beklenen soru geldi diyor,
Kısaca,üç acı ve üç mutluluk olarak özetlenebilir sanırım,
Şaşkınlık ve merakla devamını bekliyorum,
Doğarken ilk nefeste ağlar,
Sonra sakinleşir ve huzur duyarız.
Yaşarken,en büyük mutlulukları,
Çekilen acılar sonrası hissederiz.
Ölüm ise son bir acıyla gelir
Ve sonrası yine huzur ve mutluluktur.
Bir cesaretle,
Nereden biliyor sunuz ?diye soruyorum,
Kurgu bu diyor, ölümde neden değişsin?
Peki,ölümden sonra ki mutluluğu biraz açar mısın?
Açamam diyor, o senin paketin,
Senin sürprizin,
Hayatı anlamlı kılan da bu değil mi?
Bilinmeyenler ve sürprizler,
Yaşam işte böyle kuruldu..
Bakıcı kadın kulağıma eğiliyor,
Mehandra yoruldu,
Teşekkür ediyor ve kalkıyorum,
Korkulu virajlardan şehre dönüyoruz,
Mahendra'yı dinledikten sonra,
Fakirlik ve sefalet içerisideki huzurlu düzeni
Daha iyi anlıyorum,
Ama doğruyu söylemek gerekirse,
Ölüm yine de ürkütüyor,
Yolda Karacaoğlan'ın şiirinden,
Leman Sam'ın şarkısını mırıldanıyorum,
'Ardıma düşüp te yorulma ölüm,
Var git ölüm bir zaman da yine gel'..
KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2020
SÖZ
Birgün güllerle karşılarım seni,
Merak etme,sözüm söz,
Ama şimdi zamanı değil,
Vakit henüz erken,
Yani iyi olur dönüp gidersen.
İnanmazsan
İmzamı atarım
Bulutlarla gökyüzüne,
Sonra tarayıp gönderirim sana
Nereye istersen..
İSTANBUL, EKİM 2020
AŞK SABIR İSTER
Balıkesir ,İstanbul uçuşu 45 dakika,
Uçağın kapıları kapanıyor,
Koridor tarafında oturuyorum,
Yanımdaki kotuklarda,iyi giyimli,
Orta yaşlı bir adam,
Yanında sevimli bir genç,
Sanırım baba oğul,
İkisi de telaşlı,planlar yapıyorlar birlikte,
Evlilik,belki nişan..
Uçak pistten hareket ederken,
Çocuk yavaşça soruyor,
'Baba,aşk mutlu olmaya yeter mi sence?'
Zor yerden sordun diyor baba,gülümseyerek,
Çocuk devam ediyor,
Sen anneme aşık oldun mu yani?
Adam kafasını hafifçe kaşıyor,
Sonra yanıtlıyor,
'Oğlum,dünyada üzerine
En çok söz söylenen konu aşk'
Söylenmemiş bir laf kaldı mı bilmiyorum,
Aslında, aşkı depreme benzetirim ben,
Bir anda başlar,sonra şiddetlenir,
Sonra da aynı hızla yavaşlar ve biter.
Yaşadığı an uzun gibi gelse de,
Depremler kısa sürer aslında.
Ancak, bazen şiddeti büyük ve yıkıcı olur,
Yıkıntıların altında kalmak ihtimali de var yani!
Öyle ki, 'Orada kimse yok mu?'
Diye bağırdıklarında bile,
Duymayacak kadar gömülebilirsin bazen
Buğulu düşlerin enkazına..
Genç adamın suratı biraz asılıyor,
O sırada uçak tübülansla sarsılıyor,
İnsanlarda huzursuz bir kıpırdama,kemerler,ikaz,
Ve devam ediyor çocuk,
Kafam karıştı biraz!
Bu kadar zor mu yani?
Baba çocuğa,yapılan anonsu işaret ediyor,
Bulunduğun yerdeki hava koşullarına bağlı..
Ani başlayan herşey,genelde aynı hızla
Bitme özelliği taşır.
Aşkı yaşatabilmenin yolu ise
Onu sürdürülebilir kılmaktan geçer, unutma!
Sen o tepedeki şiddeti asla sıfırlamayacaksın,
Aşkın temeli sağlam,
Kolonları güçlü olacak,
Ama deprem hafifçe sallamaya devam edecek..
'Barajları düşün' diye devam ediyor baba,
Baraj inşaatları dinamitle başlar,
Aynı aşk gibi şiddetle,
Sonra su tutmak için duvarlar örülür,
Su yavaş yavaş birikir,
Sonra,sabırla ve sevgiyle,
Suyun dolmasını beklersin,
O biriken su,
Sevginin çevresindeki ekinleri besler,
Bazen su azalır barajda,endişelenirsin,
Gün gelir yağmurlar kesilir,
Kuraklık korkusu düşer sevginin üzerine,
İşte o an sen yılmadan
Ve umudunu hiç yitirmeden,
Son damla su kuruyuncaya kadar
Sonbahar yağmurlarını bekleyeceksin,
Barajı yapmak yetmez,
Onu gözün gibi koruyacaksın yani,
İşte gerçek sevgi budur evlat,
Sabır ve emek ister..
Bir sessizlik oluyor,
Baba,çocuğun omuzunu okşayarak devam ediyor,
Senin çok daha iyi anlayacağın
Başka bir örnek;
Maçları düşün mesela,
Bazen ilk beş, on dakikasında
Çılgınca saldırır,
Belki de gol atarsın,
Ama maç doksan dakikadır,
Sen bir ömrü sığdıracaksın
O doksan dakikaya,
Yaşanmışlıkların izleri doldurcak
Sahanın çimlerini,
Maçın sonuna kadar aynı istekle koşacak,
Sahada basmadık yer bırakmayacaksın yani,
Öyle ki, sakatlansan bile
Kalkıp devam edeceksin oyuna.
Sonra yavaşlıyor ve sesi hafifçe titriyor;
Ama her maçın sonu gelir,
Uzatma dakikaları için tabela kalkar,
Hakem süreyi bazen uzun,
Bazen de kısa tutar,
Ama beklenen ölüm düdüğü çalar sonunda..
Babanın sesi hüzünleniyor,
Yutkunarak devam ediyor,
Kaçış yok yani,
Sen son düdüğe kadar
Sevgiyi canlı ve diri tutacaksın..
Çocuk başını babasının omuzuna yaslıyor
Ve hüzünlerine dokunuyor sevgiyle.
Peki baba ,aşk ve sevgi farklı şeyler mi ?
Aşk nedir,sevgi nedir ?
Aşk zafere götüren başlangıç ve ilk heyecan,
Sevgi ise doksan dakikadır.
Birbirlerini tamamlarlar yani..
Peki sürdürülebilir bir sevgi için
Bana ne tavsiye edersin baba ?
Neyi farklı yapmalıyım,söyler misin ?
Baba,oğlunun yüzünü sevgiyle okşuyor
Ve devam ediyor,
Bence çok kolay,
Herşeyi zorlaştıran biziz aslında;
İçindeki sevgi sözcüklerini paylaşırken cömert,
Eleştirileri yaparken cimri olacaksın,
Sevgiyle merhameti asla karıştırmayacaksın,
Merhamet sevgiyi çürütür çünkü,
Daima sevgiyi öne çıkartacaksın,
Bu çok yaptığımız bir hata değil mi?
Aklımız başımıza hep sonradan gelir,
Doğru zamanlarda doğruları yapmaz,
Sevdiklerimize güzel şeyler söylemeyi,
Onları kaybettiğimizde
Veya kaybetme korkusu duyduğumuzda hatırlarız..
Mezar başlarında sevdikleriyle konuşanlara
Bir sor bakalım,
Sevdikleri yaşarken,orada söylediklerinin
Ne kadarını paylaşmışlardır mesela ?
Deden derdi ki ;
Büyüklerinin mezarı başında ağlayanlar,
Eksik yaptıkları ve yapmadıkları şeyler için
Kendilerine ne kadar kızıyorlarsa
Gözyaşları da o kadar fazla olur.
Bu sözün doğruluğuna
Ben de defalarca şahit oldum.
Aslında bunu test etmek için
Ölüm de şart değil,
Terkedildiğinde'sensiz yaşayamam'
Diye ağlayanlar,
Birlikteyken kaç kere bir demet gül alıp
Gitmişlerdir sevdiklerinin yanına..
Ama gün gelir,
Tüm çiçekleri sersen önlerine
Çok geç olur..
Sahip olduğun sevgileri
'Kazanılmış hak' olarak görmeyeceksin evlat,
'Nasılsa o benim,bir yere gitmez'
Demeyeceksin.
Gitmeleri ile en çok can acıtanlar,
Hiç gitmeyeceklerini düşündüklerindir..
Asla kaybetmeyecekmiş gibi planlar yapacak,
Her an kaybedecekmişsin gibi
Titreyeceksin sevdiklerinin üzerine,
O zaman aşk ölümsüz,
Sevgi de sürdürülebilir olur işte..
Kemerleri bağlıyoruz,
Uçak piste değerken
Baba yavaşça kulağıma eğiliyor,
Beyefendi umarım kafanızı şişirmedik!
Çok güzel bir konuşmaydı diyorum,
Söylediklerinizden çok etklendim,
Oğlunuz sizin gibi bir babası olduğu için
Çok şanslı,
Özellikle 'aşk' tanımınız bir harika..
Yarın eve dönüşte
Sarı laleler alacağım galiba..
Ayağa kalkıp çıkış kapısına yöneliyorum,
Uçağın koridorlarında
Eski bir şarkı çalıyor hafiften,
'Hiç bir şeyde gözüm yok
Sen yanımda ol yeter'
Şimdi moda oldu,
Ne güzel buluyorlar bu eski şarkıları
Şaşırıyorum,
Uçağın açılan kapısından,
Hafif bir rüzgar vuruyor,
Konuşmalar etkiledi beni galiba,
Üşüyorum..
ARALIK 2020 İSTANBUL
SAKIN DOKUNMA
Ben,yüzündeki o izlerle sevdim seni,
Kimbilir kaç kere dolaşmıştır ellerim,
Senin kusurları
Benim seni bulduğum o ayrıntılarda.
Sakın dokunma onlara, ne olursun,
Bilirsin ben çabuk kaybolurum
Tanımadığım yollarda,
Sonra pişman olursun,
Gözlerimi kaçırırım
Gözlerine bakarken
Kavrulursun..
İSTANBUL SUADİYE ,ARALIK 2020
BÖYLE DE YÜRÜNÜR MÜ
Boşu boşuna yürümem ben öyle,
Düşünüp de yapamadıklarınızı
Yürürken ben yaparım.
Mesela, televizyon programlarında
Kızıp da veremediğiniz cevaplar var ya!
İşte o cevapları ben veririm.
Trafik bir sıkışmaya görsün,
Derhal bazı evleri yıkar,
Yerlerine yollar, parklar yaparım.
Bitmemiş inşaatlar varsa merak etmeyin,
Onları da ben bitiririm.
Bir yaşlı çift görürüm bazen,
Yorgun ve umutsuz gözlerle
Çare arayan,
Köşeye derhal bir poliklinik yaparım.
Ayrıca uygun gördüğüm her mahalleye
Okul ile kreş
Bir de bakım evi kondururum,
Üstelik bunları bol keseden yaparım,
Param hiç mi hiç bitmez yani..
Sonra yorulurum haliyle,
E...onca iş ,kolay mı ?
Ara sokaklarda
Nefes almak için
Maskemi açarım bir ara,
Ama o sırada da boş durmam,
Göklere yağmur bulutları,
Sokaklara demokrasi umutları ekerim.
Mutsuzlara sıcak el,
Barajlara sel olurum.
Kapılardaki kelepçeleri açar,
Yerlerine güller saçarım.
Düşünce suçlularını serbest,
Yasakları derdest ederim.
Medeni dünyaya elimi,
Sahtekarlara dilimi uzatırım yani.
Ayrıca,
Çocuklara gelecek
Emeklilere gülecek ülkeyi de
Yine ben yaratırım.
İnanmayacaksınız ama,
Hani Fener'in
O verilmeyen golleri var ya!
Onlar da benim sayemde VAR'a gider.
Hadi bunlar neyse,
Ya tersanelerde ürettiğim uçak gemilerine ne demeli ?
Yok artık, abartma..
İSTANBUL SUADİYE , OCAK 2021
BOŞLUK
O sarı evin köşesinde beklerdim seni,
Çünkü eviniz en iyi oradan gözükürdü,
Sonra an gelir
Uzun , ince boynun
Ve kış beyazı kollarınla
Bir kuğu gibi süzülürdün pencereye,
Gri bulutlara bakardın en çok,
Sanki ellerini açıp uçacak gibi.
Elinde hep bir cigara
Gözlerinde gizemli bir boşluk olurdu.
İşte o anlarda ben
İçinde yerimi çalan o boşluğu
Deli gibi kıskanırdım.
Nisan yağmurları çiselerdi ince ince
Sarı evin köşesinde ıslanırdım..
İSTANBUL,SUADİYE MART 2021
UMUT KÖŞESİ
7.15 gibi çıkardın kapıdan,
Uzun ve ince topuklu ayakkabılarınla
Aşağı süzüldüğünde
Tam 18 basamak sayardım.
Önce makyajının altına gizlenen
Beyaz ve sisli yüzün görünür,
Sonra yoğun parfümünün
Kokusu yayılırdı ortalığa.
Ben apartmanınızın köşesinde
Özenle kendimi gizlerdim,
En büyük endişem
Varlığımdan tedirgin olmandı,
Umutlarımı ertesi sabaha taşıyamamaktan
Deli gibi korkardım yani..
Arada bir göz göze geldiğimizde
Metal bakışlarınla
Aramıza koyduğun
Aşılmaz asmalı köprülere alışmıştım ama
Yine de içim ölesiye acırdı.
Sonra yavaşça arabanın anahtarını çıkartır,
Uzun ve pembe tırnakların
Kırılmasın diye özenle tutardın,
Oysa ben o an
İçimdeki fırtınayı koyacak yer bulamazdım.
Gaza basıp uzaklaştığında
Ardında buğulu bir boşluk sezilirdi,
Sonra araban köşeden hızla döner
Finalde içim ezilirdi..
ATİLLA AKINCI
YAKACIK ,MAYIS 2021
SİYAHLI KADIN
Yıllık şirket uygulaması işte,
Check up sonrası kahvaltı için
Alt kata iniyorum,
Girişteki kafe
Bir hastaneye göre
Oldukça sakin ve sessiz,
Köşede bir yere ilişir ilişmez
Yan tarafta kahvesini yudumlayan
Yaşlı ama bakımlı kadın dikkatimi çekiyor,
Elindeki kitabı okumaya çalışıyor ama
Aklı başka bir yerde gibi,
Beyaz ipek bluzu,
Siyah ve şık etek ceketi,
Kıyafetini tamamlarken,
Zarif Vakko eşarbı ile boynundaki kırışıklıkları,
Siyah ve iri gözlükleri ile de
Gözlerindeki huzursuzluğu örtmeye çalışıyor,
Babamın değimiyle;
‘Caminin minaresi yıkılmış ama
Mihrap yerinde ‘ yani..
İzlediğimi hissediyor ve bana doğru dönerek,
Kahvesi fena değil dene istersen,diyor,
Sonra devam ediyor;
Eşim operasyonda onu bekliyorum.
Kısa bir sessizlikten sonra
Dudaklarımı zorlayarak yaratmaya çalıştığım
Bir umut gülümsemesiyle
Bakıyor ve geçmiş olsun diyorum,
Devam ediyor;
Açık kalp ameliyatı,
Üç damarı değişiyor,
İkimiz bir hafta arayla aldık kötü haberleri.
Sizin neyiniz var?
Onu hiç sorma.!
Benimki,Allah’tan ümit kesilmezin
Bir üst aşaması yani..
İki ayrı doktor
Yorgun, umutsuz ama alışkın ifadelerle
Paylaştılar acı gerçekleri,
Sonrada, işim bu! dercesine
Kibarca terkettiler odayı,
Arkalarında kalan cevapsız sorularımızı
Çok da merak ettiklerini sanmıyorum.
Bize gelince,
Gerçeklerin,söylenenlerde değil
Söylenmeyenlerde gizlendiğinin bilinciyle
Bakakaldık birbirimize.
Eşimin sorunu daha acil olduğu için
Önceliği o aldı.
Ya siz ? diye soruyorum,
İri gözlüğünü
Hafifçe aşağı kaydırarak devam ediyor,
Göz torbalarının görünmesini istemiyor sanıyorum,
Ben galiba bu yüzü bir yerden tanıyorum..
Kadın devam ediyor,
Henüz plan yok,
Zaten yaşlanırken ilk öğrendiğin şey
Altmışından sonra uzun geleceği,
Yetmişinde ise
Bir sene sonrasını planlamamak oluyor.
Ya sonrası? diye soruyorum bir cesaretle,
Sonrasında, en iyi planın
Plan yapmaktan vazgeçmek olduğunu keşfediyorsun,
Bir kelebek gibi yani,
Hiçbirşeyi kafana takmadan
Rüzgara karşı çırpıp duruyorsun kanatlarını..
Sandalyemi kadının masasına yaklaştırarak soruyorum,
Yakınlarınız,akrabalarınız ?
Tek kardeşimi kaybettim diyor,
Çocuğumuz olmadı,
Akrabalara gelince,
Özel bir kaç kişiyi çıkarırsan,
Bence gerisi yalan zaten,
Eşten dosttan bahsedecek olursak,
Yaşamının özetini
Ölüme yaklaştığını hissettiğinde anlıyorsun,
İşte o anda aklına sadece bir kaç kişi geliyor,
Arkanda bıraktığın çoluk çocuğu saymıyorum,
Onlar senin sorumlulukların,
Senin sevdiklerindir,
Oysa yaşamın gerçek özeti,
Seni sevdiğini kanıtlamış olanlar,
Yani ,seni gerçekten sevenlerdir,
Ölümün ayak seslerini duyduğunda,
Aklına önce onlar gelir
Ve sen buna şaşırırsın..
Yani yaşamı süt gibi düşün,
O bir kaç kişiyi çıkarırsan
Beyazlığını yitiriyor,
Gerisi sudan ibaret kalıyor yani,
Ama maalesef gençliğinde
Sen sütün tamamını beyaz zannediyorsun.!
Böyle durumlarda en güzel sözün
Sessizlik olduğunu düşünerek
Bir süre susuyor ve sonra
Elindeki kitabı soruyorum?
Şiir kitabı diyor.
Şiirle ilgileniyor musun?
Ben aslında roman okumayı
Tercih ederim diyorum,
Kadın devam ediyor;
Şiir ve romanın en belirgin farkı
Duygu tasarrufudur,
Biz herşeyi tasarruf eden bir nesiliz,
Plastik kutu biriktirenlerin
Son kırıntılarıyız yani..
Anlayamadığımı ifade eden
Bir soru formuyla bakıyorum,
Kadın konuşmayı sürdürüyor;
Şiir ,duyguları en cimri ifade etmenin yoludur,
Kısa satırlara
Akılda kalabilecek mesajlar yüklemektir,
Okuması kolay,yazması zordur,
Taşı gediğine iyi koyacaksın yani..
Ama duygular ve alışkanlıklar
Zamanla değişmiyor mu?
Biz de çocuklarımıza…derken sözümü kesiyor,
O halde neden son otuz yıldır,
Ruhumuza kara saplı bir bıçak gibi oturan
Yeni şarkılar ve türküler çıkmıyor?
Cesaretimi topluyor ve
´Belki de ihtiyaç yok` diyorum,
Kadın elime dokunarak gülümsüyor,
İyi ama o halde neden
Ada sahillerinde dolaşıyorsunuz hala?
Şadiye’ye bir alternatif yok mu yani?
Elifsu ve Efecan’lara neden şarkı üretilemiyor?
Bence Yıldırım Gürses’in SON MEKTUBU
Sizin deyiminizle bir kırılma noktası oldu,
Sonrasında ne duygu kaldı geriye
Ne de gönül çiçeklerini sulayan sevgiler..
Bu tatlı söyleşiyi acı bir telefon sesi kesiyor,
Kadın, öyle mi, geliyorum
Diyerek yerinden doğruluyor,
Yüzümü sevgiyle okşuyor,
Ne kadar güzel bakıyorsun,
Seninle konuşmak,
Gerçi sen pek konuşmadın ama
Yine de bana iyi geldi,
Sen kafana takma sakın,
Önündeki uzun yılları düşün,
Mevlana ne demiş?
‘Ölür ise ten ölür,can ölesi değil’
Kalkıyor ve yaşlı bedenini zorlayarak
Dik durmaya çalışıyor ve köşeden kayboluyor.
Benimle eski yıllarına döndü,
Genç görünmeye çalışıyor sanıyorum,
Ben bu yüzü bir yerden tanıyorum..
Arabayı çalıştırmadan önce
O şarkıları buluyorum,
‘Anla artık anla beni,unut bütün geçenleri’
Bu kafayla şirkete dönmek zor,
Aklımda kadının yaşadıkları,
Kalbimde günü özetleyen acı bir yakı,
Sadece yalnız kalmak ve düşünmek istiyorum,
Belki boğazda bir istavrit
Ve bir duble rakı..
ATİLLA AKINCI,
YAKACIK,HAZİRAN 2021
AYAK SESLERİYLE YAŞAMAK
Hiç bitmez bu ayak sesleri,
Mutfaktan gelen koku
Annenin yaptığı ilk cevizli kekin,
Babanın gülümseyen yüzü,
Kapıda seni bekleyen
İlk bisikletin ayak sesidir.
Gönlüne saplanan güzel gözler
Yaklaşan ilk aşkın,
İnciten acı sözler
İlk hayal kırıklığının ayak sesidir.
Bir bebek çığlığı yükselir birgün
Doğum odasından,
Bu ilk sorumluluğunun,
Sırtında taşıdığın bebek yatağı
İlk yorgunluğunun ayak sesidir.
An olur cehalet çizmeleri gezinir
Özenle koruduğun değerler üzerinde,
Ve değiştirmeye gücün yetmez,
Çocuğunun yüzüne bakarsın endişeyle,
İşte bu,geleceğe ilişkin umutsuzluklarının
İlk ayak sesidir.
Sonra o gün gelir,
Bir doktor alır beyaz dosyayı önüne,
Anlamadığın Latince soslu yorumlar yapar,
İşte bu belki de
Yaklaşan ilk karanlıkların ayak sesidir..
Uzun lafın kısası,
Ayak sesleri hiç bitmez,
Yaklaşan ayak sesleri ile yaşamaktır hayat.
ATİLLA AKINCI,
KÜÇÜKKUYU,HAZİRAN 2021
GARİP ŞEYLER
Garip şeyleri sever ve özlerim ben,
Örneğin;
Sabah demlikten çıkan ilk çayın kokusunu çaydan,
Kahve içelim sözünü, kahveden daha çok severim.
Nevizade de eski evlerin nemine karışmış
Anason kokusu
Rakıdan daha fazla sarhoş eder beni.
Yumurta günlerinde geceden çıkartılan
Sabah yumurtasının
Eski cezve içindeki görüntüsüne,
Suadiye istasyonunda tren dururken
İlk gürültüsüne bayılırım.
Seyahate çıkmaya karar verdiğim ilk an ve
Uçak piste dokunduğunda
Lastiklerden çıkan ilk duman,
Seyahatin en keyif aldığım anlarıdır.
Sevdiklerimizin ölüm yıl dönümlerine gelince;
İşte o anlarda,
Babamın Fındıkzade’de ki evimizin merdivenlerinde
Zorlanan nefesini,
Annemin Ataköy’de getirdiğim hediyeleri açarken
Çocuksu hevesini özlerim.
Sevginin de, beklenmedik anda dokunanı
Ve koşulsuz olanı kabulumdur.
Yani, sevgiyi sözlerde değil,
Gözlerde görmeyi severim ben.
ATİLLLA AKINCI,
TEMMUZ 2021, KÜÇÜKKUYU
BUNALIM PAZARI
Bunalım pazarındayız bu dönem,
İndirim diz boyu,
Seç beğen al yani,
Kanser mi istersin çeşit çeşit,
Virüs desen, ister deltalı ister deltasız,
Yangın mı, yetmişikisi bir arada
Yurdun her köşesinden ,orman orman.
Ayrıca ülkeyi yönetenlerin aymazlıklarını
Buz dolabında kutuplaştırılmış olarak saklıyoruz,
Gelecekten umutsuzluklar desen diz boyu.
İsterseniz cehalet sarayım biraz her kafadan,
Bilenden de var bilmeyenden de stoklarımızda,
Ayrıca bunlar fiatları hiç değişmeyen ürünler,
Enflasyon yanlarına uğramadı yani.
Pula dönmüş Türk Liralarımız da var
Deste deste,
Yetmezse göçmen stoklarımız bol,
Güneyden doğudan akın akın,
Üstelik yanında İstanbul depremi korkusu,
Bir alana bir bedava.
Her on müşterimizden birine
Yurt dışından ahkam kesmek için peynir tahtası
Müessesemizin armağanı.
Bunalım desen, üst üste ,koli koli,
İstemeyene tükenmişlik sendrumu veriyoruz,
Yanında da bolca melankoli..
KÜÇÜKKUYU, AĞUSTOS 2021
SENEYE DE GİYEMEZSİN
Her yaş ayrı güzeldir derler hani,
İnsan hissettiği yaştadır falan,
Siz böyle süslü laflara inanmayın,
Gerçekte sonun başlangıcıdır yetmişli yıllar,
Bir yanda
Yıpranmış vücutlarda yılların tortusu,
Diğer yanda
Telefonlarda kötü haber korkusu,
Yeni günler yeni umutlar yerine
Yeni ağrılar taşır,
Yani,gitgide azalır yaşam coşkusu.
Gelecek yıl nelere gebe
Asla bilemezsin
Öylesine büyük gelir
ki dertler üstüne,
Seneye de giyemezsin..
Hayal Kurmak
Çok keyiflidir hayal kurmak,
Sınırı,hesabı yok yani,
Seç beğen kur,
Dükkan tümüyle senin,
Hatta öyle ki,
Bazen kurduğun hayaller
O hayalleri yaşamaktan çok daha güzeldir,
Ulaşamam diye vazgeçme sakın,
Hayaller ancak ulaşılmaz olduğunda özeldir.
YAKACIK, EKİM 2021
EKİM 2021 YAKACIK
BİR ŞEKİLDE,BİR YERLERDEN
Bir yanın eksik kalacak gittiğimde biliyorum,
Aklından geçenleri bana anlatamadığın
Tanımadığın o boşluğun varlığına alışmak,
Yokluğun kendisini kabullenmekten daha zor olacak.
Ölüm, yorumlara sığmayan karanlık,
En gizemli olay,
Üstüne,birlikte dolu dolu 43 yıl,
Dile kolay..
Sen yine de istersen
Paylaş gecenin birikimlerini
Kahve sabahlarında benimle,
Ve çam ağaçlarının arasında
Dans eden kuşlarla
Yolla gökyüzüne,
Ben onları BİR ŞEKİLDE bulur,
Bakarsın BİR YERLERDEN dokunurum,
İçin acıyor ve kıvrılmışsan yatağına
Bir sonbahar sabahında,
Kimbilir belki gelir,
Yavaşça yanına sokulurum…
SUADİYE,KASIM 2021
BİLEMEZSİN
Haziran ortası,
Hava oldukça sıcak,
Denize bakıyorum,
Öfke köpükleri dalgalanıyor üzerinde,
Sanırım, deniz de benim gibi uykusuz geceden,
Azalan zamanların umutsuz sabahlarında
Belki de huzursuzluğunu kusuyordur inceden..?
Şezlonga uzanıp beklesem,
Köpükler de hüzünler gibi
Sessizce kaybolur gider mi?
Yüzüm güneşe dönük uzanıyorum,
Karşımda orta yaşlı bir çift,
Yan tarafımda ise yaşlıca bir adam,
Denizi seyrediyorlar,
İskelede dört kişiyiz yani.
Sanırım onlar da benim gibi
Köpüklerin gitmesini bekliyorlar.
Karşımdaki adam eşiyle sohbet ediyor,
Kulak misafiri oluyorum,
Adam endişeli,
Düşünceleri yorgun sesine aksediyor,
Hanım, diyor,
Bir ömür, bu kadar emek, bu kadar çaba,
Neye yarayacak acaba?
Sanırım çocuklarını kastediyor..
Kadın, cevabını bilmediği soruyu düşünürken
Adam devam ediyor;
Yapılanların değeri gerçekten biliniyor mu sence?
Kadın suskun beklerken,
Eşi duyduğumuzu farkedip
Sevimli bir tebessümle bizim tarafa yöneliyor:
Sizler de işittiniz sanırım,
Ne dersiniz ?
Büyük fedakarlıklar
Büyük sevgiler biriktirir mi sizce?
Ben soruyu algılamaya çalışırken,
Yanımdaki yaşlı adam beklemeden
Kalın ve yorgun bir sesle yanıtlıyor:
Sanırım bilemezsiniz,
Neden? diyor adam ,şaşkın bakışlarla,
Devam ediyor yaşlı adam,
Sizinle eşinizi görüyorum arada bir,
Şu beyaz Mersedes'i kullanıyorsunuz,
Evet ama ,ne alakası var arabayla?
Yani, varlıklı bir ailesiniz tahminimce,
Evet diyor adam, iş adamıyım,
Allah'a şükür ,biraz birikimim de var,
Bu birikim de ilginç bir sözcük!
Nasıl birikiyor,
Ben de neden birikmedi bilmiyorum?
Ama neyse, konumuz bu değil,
Sonra devam ediyor;
Sevildiğini bilmek,
Varlıksız insanlar için
Tanrı'nın bir ödülüdür,
Çocuklarına bırakacak bir şeyin yoksa,
Sana gösterilen sevgiler de, tepkiler de,
Lekesiz ve çırılçıplaktır yani!
Varlıklıysan, duyduğun güzel sözlerin
Ne kadarının gerçek olduğunu
Hiç bir zaman bilemezsin,
Tanrı'nın adaleti de tam buradadır işte,
Burada denge zenginlerin aleyhine çalışır.
Eğer varlıklıysan
Sevgilere ilişkin doğruları öğrenemeden
Ölebilirsin yani..
Sevgi sözcüklerinin gerçekliğine
Geride hatıralarından başka bir şey bırakamıyorsan
İnanabilirsin ancak.
Kadın ve adam şezlonglarını yaklaştırıyorlar,
Yaşlı adamın fütursuz ama bilgece yorumları Kafalarını karıştırıyor sanırım,
Ve kadın konuşuyor:
Sözleriniz gerçekçi olabilir ama can yakıyor,
Kafa karıştırıyor,
Yaşlı adam gülerek;
Burada, gerçeklerle yüzleşebilme cesareti yarışıyor,
Benim yorumum
Çalışmadığınız yerden geldiği için
Kafanız karıştı sanırım.
Kadın devam ediyor;
Peki, diyelim ki varsayımınız doğru,
Hiç çıkış yolu yok mu?
Ne tavsiye edersiniz yani?
Yaşlı adam, sakin ve hüzünlü bir ses tonuyla
Devam ediyor;
Zamanınızın daraldığını hissettiğinizde
Çevrenizi dikkatle izleyin,
Önceleri sizi acımasızca eleştirenler,
Etrafınızda dolanmaya başlarlarsa,
Sakın o anda
Değerinizi anlayıp değiştiklerini sanmayın,
Neden, artan sevgileri değil
Sizin eksilen yıllarınız olabilir,
Ya değilse, diyor kadın,
Ya gerçekten üzülüyorlarsa,
Dedim ya,
Konu, neyin doğru olduğu değil,
Sizin bunu asla bilemeyecek olmanız,
Doğru yanıtların listesi
Hiç kimsede yok yani..
Ben, yapılacak tek şeyin,
Sonuç ne olursa olsun umursamadan
Doğrularda direnmeyi
Sürdürmek olduğunu düşünüyorum.
Siz ,eğilen omuzlarınıza ve doktorlara bakmayın,
Gerçekte, insanı ayakta tutan
Kas ve iskelet sistemleri değil,
Einstain'nin söylediği gibi:
İlkeleri ve hayata karşı duruşlarıdır bence.
Yani, tekerlekli sandalyede,
Ayaktakilerden
Daha dik ve onurlu olmak ta mümkün..
Konuşmaları orada bırakıp
Yavaşça denize yöneliyorum,
Köpükler yok olmuş,
Deniz pırıl pırıl,
Hava çok net ve açık,
Ayvalık ile Midilli'nin birleştiği yer
Bir göl gibi sarmış körfezi,
Girsem, uzun uzun yüzsem,
Deniz kokusunu içime çeksem
Ve orada bıraksam kaybolan zamanları..
Şezlongda konuşmalar hararetle sürüyor,
Merak ediyorum!
Acaba, kadınla adam
Yaşlı adamdan bıkmış mıdır?
Bu gece dolunay var sanırım,
Yengeç'e yer ayırtsak
Sardalya çıkmış mıdır?
SUADİYE, ARALIK 2021
ÖĞRENİLMİŞ KARMAŞA
Karışıklık içindeki düzeni severim ben,
Herşey bıraktığım yerde,
Bıraktığım gibi durmalı yani,
Örneğin;
Çizili alanlara hapsedilmiş bahçeler
Anlamsız gelir bana,
Benim bahçem
Çiçeklerin kuralsızca açtığı,
Ayrık otlarının çimlerden utanmadığı
Korkusuz ve özgür alanlar olmalı..
Sokak kedilerini
Ev kedilerinden daha çok severim mesela,
Kediyle aramda kendiliğinden ve
Esaretsiz bir bağ oluşmalı,
Bensiz de var olabilmenin korkusuzluğuyla
Sokulmalı yanıma ve hemen gitmemeli,
Döndüğümde de neredesin diye sitem etmemeli.
Bir başka örnek
Giysilerimle ilgili:
Gardropta karışık yaşamalı
Kazaklarım,gömleklerim vesaire,
Kural tanımadan dağılmalı
Dolabın içerisine,
Ve özgürce beklemeliler
Beni kaygısızca, öylesine..
Masamdaki notlar
Yapıştırdığım yerde kalmalı,
Hangi duygularla,
Nereye bıraktığımı
Ve nereden başlayacağımı
Hatırlatmalı bana..
Müzik listem karmakarışık olmalı,
Bir Halep'ten bir Şam'dan misali,
'And the waltz goes on' ile başlamalı,
Cem Karaca ile devam etmeli,
Sonra fonda,
Irmak kenarındaki evinin penceresinde
Hüzünlü ve güzel yüzüyle bakan
Anneannem gözükmeli,
Ve bir Sarı Gelin çalmalı damardan..
Kadına gelince,
Bak burası mühim,
Gecenin son elbisesi
Buruşuk atılmalı koltuğun üzerine,
Ve uyandığımda o elbise bana,
Sabahın öncesindeki gecenin
Tüm sıcaklığını anımsatmalı.
Saçlar dağınık ve
Anlamsızca dökülmeli yüzünün üzerine,
Sudan önce ben dokunmalıyım
Dudaklarına, gözlerine..
Uzun lafın kısası,
Bir türlü sevemedim bu el yapımı
Tertip ve özeni,
Öğrenilmiş karmaşada buluyorum ben
Huzurlu düzeni...
MART 2022, SUADİYE
SÖZSÜZ UMUTLAR
Sözün bittiği yerdeyiz sanki,
Ne söylesek yeni değil,
Korkularımızı sıralasak birbiri ardına,
Dışarıda bahar var, yeri değil.
Gel susma hakkımızı kullanalım istersen,
Duygular bu gece sessiz olsun,
Hayaller kuralım hiç konuşmadan,
Umutlarımız sözsüz olsun..
KIRK KERE DÜŞÜNECEKSİN
Ciddi iştir sevmek,
Ağzından sevgi sözü çıkmadan
Kırk kere düşüneceksin yani.
Örnekleyecek olursak;
Diyelim ki evlisin,
Ve olur ya bir gün
Tekerlekli sandalyeye mahkum kaldı sevdiğin,
İşte o an, hiç düşünmeden,
Üstelik yüzünü de ekşitmeden,
Tekerlekliyi tüm benliğinle kavrayıp
Bir ömür boyu taşıyabilmektir sevgi..
Gün gelir desteğin gerekir
Sevdiğim dediklerine,
Ve sen o güce sahip olduğunu bilirsin,
İşte o an,
En değerli şeylerini,
Ucunda mutlu etmenin dışında
Hiç bir ödülün olamayacağını bile bile,
Sorgusuz,sualsiz paylaşabilmektir sevgi..
An olur,haksızlığa uğradığını hissedersin
İsyan bayrakları uçuşur sevginin gönlerinde,
Sen yine de ağzındaki son acı sözü yutacak,
Sabrını suskunluğunun içine gizleyeceksin,
Çünkü katlanmak değil sabredebilmektir sevgi..
Diyelim ki sapsarı uzanmış yatıyor sevdiğin
Çaresizlik yatağında,
Olur ya,
Böbreğinin dokusu da tuttu,
İşin içinde ameliyat var!
Tek böbrekle yaşamanın riski var!
Var oğlu var.
İşte bu sorulara hiç takılmadan,
Daha ilk cümlede,
Sensiz iki böbreğim olsa ne olur?
Diyebilmektir sevgi..
Ve gün gelir,
Sivil postallar gezinmeye başlar
Özgürlük çimlerinin üzerinde,
Kendini toplumda azınlık,
Düşlerinde çaresiz hissedebilirsin,
İşte o an
Kaçıp daha iyi bir hayata gidebileceğin halde
Çıkarlarını bir kenara koyup
Savaşabilmektir sevgi..
Uzun lafın kısası,
Sevgi fedakarlıkların sınırında gizlidir.
Ölçmek istiyorsan,
Kanıt yaptıkların,
Umut yapabileceklerindir yani.
İçini doldurabiliyorsan ne ala,
Dolduramıyorsan,
Sevgilerin yalan,
Sahip olduğun her şey talandır.
Unutma!
Seviyorum demeden önce
Kırk kere düşüneceksin..
SUADİYE, HAZİRAN 2022
YAŞLI BALKONLARI
Siz bakmayın öyle
Yaşlı balkonlarının
Karanfiline, gülüne,
Aslında zaman
Bir telefon kadar
Yakındır ölüme..
YAKACIK, HAZİRAN 2022
UMUT
Ben, umutların kaybolmadığı yerlerde
Saklarım kendimi.
Yitirilmiş umutların yerini
Gizli korkulara bırakmayı hiç istemem.
Tünelin ucundaki küçük ışık ile
Kuruyan bahçedeki son şekil
Görünür olmalı yani.
Karanlık köşeleri de sevmem mesela,
Ya güneşe ulaşmalı ellerim
Bir yerlerden,
Ya da gökyüzüne dokunmalı
Bir şekilde.
Çıkmaz sokakların girilmez tabelaları
Çoğu zaman ürkütür beni,
Girdiğim yolun bir çıkışı olduğunu
Bilmek isterim yolun başında.
'Peki bir gün ölüm tabelası asılsa
Yolun girişine'
Diye soracak olursanız
Yanıtı zor tabii ki,
Bilmem ne yaparım o zaman ?
Sanırım bir kenara alırım
Kırgınlıkları, dargınlıkları,
Ölümün içerisinde bulmaya çalışırım aydınlıkları..
AĞUSTOS 2022, YAKACIK
YOKSULLUK
Yoksulluk deyince fakirlik gelir aklımıza,
Parasızlık hep öne çıkar yani.
Daha kötüleri de vardır oysa;
Vicdan yoksulluğu,
Ahlak yoksulluğu,
Sevgi yoksulluğu gibi.
Aslında fakirlik çözümü en kolay olanı,
Diğerleri yoksulluğun dibi..
ŞUBAT 2023, SUADİYE
BÖYLE PLANLAMAMIŞTIM
Balonların gençlik rüzgarlarıyla dolduğu,
Rakı sofralarının hayallerle renklendiği,
Eski bir 22 eylül akşamıydı.
Kör Agop'un yerinde,
Balıkçı mezeleri, anason ve nem kokuları
Birbirine karışmış,
Radyoda 'Haram Geceler' çalıyordu.
İnsanlardan, sevgiden konuşmuştuk bir süre,
İşte sen o an,
Kızarmış istavritle yağlanan
Parmağını uzatıp,
Beni uyarmıştın,
Ama Cebo ben böyle planlamamıştım..
Gece ilerledikçe,
Eski zamanlardan
Hüzünlü bir sis kaplamış,
Sokak çalgıcılarının sesleri doldurmuştu
Kumkapı'nın büyülü sokaklarını.
Gelecekten,zamandan konuşmuştuk
Gecenin finalinde bir süre,
Ve sen Cebo
İşte o an,
Sigara sarısı parmağını kaldırmış
Ve yine beni uyarmıştın,
Ama inan Cebo
Ben böyle planlamamıştım..
SUADİYE, MART 2023
GELECEĞİ UNUTMAK
Fırtınalar kol geziyor içimde,
Annemin tabiriyle,
'Çatacak yer arıyorum'
Umutla başlayan cümlelerin
Bir türlü bitmediği,
Noktasız günlerdeyim.
Görünen o ki;
Ne daha iyi olacak herşey,
Ne de birşeyler düzelecek,
Geçmişi unutmak istediğim
Çok oldu ama,
Bu defa unutmak istediğim gelecek..
SUADİYE, MART 2023
SERT YOKUŞLAR
Çıktığın o yokuşlarda
Bekleme beni,
Ruhum çok yorgun, gelemem.
Sert rüzgarlar eser oralarda
Bu mevsim,
Koruyabilir miyim seni
Bilemem.
Umut ararım en fazla,
Karanlık tünellerin ardında,
Bulursam sana seslenirim.
Beni merak etme sakın,
Biliyorsun ben yalnızlıktan beslenirim.
SUADİYE , NİSAN 2023
UTANMASI OLANLARA
Bütün büyük savaşlar,
Umudun tükendiği yerde başlar.
Vazgeçmeye hakkım yok, biliyorum.
Gün ayakta durma günü, görüyorum.
Ama gel gör ki,
Bir acı takılıyor boğazıma,
Tutmak istiyorum tutamıyorum.
Ağlasam rahatlayacağım,
Rahatlayacağım ama,
MAYIS 2023 , SUADİYE
NEFRET VE KOKUSU
Özel bir kokusu vardır özgürlüğün,
Ben yaşadım biliyorum.
Önce buram buram yayılır benliğine,
Sonra sarhoşluğunda kaybolur,
Var olduğunu hissedersin.
Nefretinde bir kokusu vardır aslında,
Özgürlük kokusunun bittiği yerde başlar.
Öyle acı acı yakar ki genzini,
Pencereyi açarsın çıkmaz,
Musluğu açarsın akmaz,
Havasız bir gezegende
Maskesiz kalmış gibi olursun.
Demek istediğim, o koku,
Ne cahil sevinçlerini yaşatır sana,
Ne de vahşi zaferlerin mutluluğunu
Doyasıya,
Hatta öyle rahatsız eder ki kimi zaman,
Sevindiğine de pişman olursun
ölesiye..
MAYIS 2023, SUADİYE
PANİK ATAK
Bir tuhaf oldum bu aralar,
Günüm günümü tutmuyor..
Herşey boş ve anlamsız,
Unut diyor bir yanım,
Diğer yanım isyanlarda, unutmuyor..
Bazen kuytular alıyor aklımı benden,
Bazen de büzülesi
Sıcak bir yatak.
Daha önce hiç yaşamamıştım ama,
HAZİRAN 2023, SUADİYE
TEK GERÇEK
Anlamlar yüklemeye çalışırız,
Baktıkça ölenlerin yüzlerine.
Sanki yaşamın sırlarını ararız
Sessizce yatan soğuk bedenlerde.
Oysa o sapsarı yüzler,
Bilmediğimiz diyarlarda süren
Zaman yolculuğunun,
Gizemli huzurunu taşır.
Belki de gerçek doluluğun sırrı,
Tam da o boşlukta gizlidir.
Yani, gördüğümüz giden değil,
Gidenden geriye kalandır.
Aslında tek gerçek ölüm,
Gerisi yalandır.
AĞUSTOS 2023, KÜÇÜKKUYU
PARAMPARÇA
Birer birer kırılıyor
Tutunduğum dallar,
Giden gidene bu ara,
Ya hastane odalarında
Geçiyor günler,
Ya da cenazelerde yasta.
Kalanlara baktığımda,
Çoğu yorgun,
Çoğu hasta.
Ölüm korkulu yıllar
Geride kaldı ama,
Dert,tasa bavul dolusu,
Bozdur bozdur harca.
Mozaik gibi dökülüyorum sanki,
Yavaş yavaş,
Paramparça..
EYLÜL 2023,KÜÇÜKKUYU
DİZ BOYU
Bir öfke var içimde,
Kaçıp sığındığım,
Tüm sorular yanıtsız,
Umutsuzluk diz boyu.
Yaşam biçimi oldu
Adaletsizlik,
Haksızlıklar diz boyu.
Doğruyla yanlışın
Terazisi kalmadı,
Rezillikler diz boyu.
Tadı kalmadı baharların,
Özgürlük çiçekleri soldu,
Pis kokular diz boyu.
Deniz’ler masal kahramanı,
Turan Emeksiz vapur adı oldu,
Kendimizden başka herkes suçlu,
Kolaycılık diz boyu.
Oturup bir köşede,
Mucize bekler olduk,
Eller ateşten uzak,
Duyarsızlık diz boyu.
Uzun lafın kısası,
İzmir dağlarında
Firarda ruhum,
Sinirlerim tepemde,
İçim kıpır kıpır,
İsyanlarım diz boyu..
ŞUBAT 2024, SUADİYE
AĞZIMDAN KAÇTI
Hani ‘ağzımdan kaçtı’ der
Geçeriz ya
Zaman zaman,
İnanmayın palavra.
O laf kaçmaz,
Geçici olarak
Yer değiştiri sadece.
Bir yangın birikir içinde
Kimi zaman,
Sahip olamazsın diline,
Sözler bir hışımla
Çıkar kınından,
Sonra da pişman olur
Girer yerine.
SUADİYE , NİSAN 2024
LUZUMSUZ EŞYALAR
Hani lüzumsuz diye horlanan
Eşyalar vardır ya.!
Evlerin bir köşesinde,
İşte ben o eşyalara bayılırım.
Unuttuğum şeylerin çoğu
O eşyalar arasında saklanır ve
Ortaya çıkacağı anı bekler genelde.
Hatta öyle olur ki.!
Aradığım şeylerin orada olmadığını
Bildiğim halde,
Orada olabileceği ihtimaliyle
Umudu var etmenin
Hazzını yaşarım zaman zaman.
Anılara gelince,
İşte orası hüzünlü biraz..
Boş boş dolanırken bir gün
O eşyalar arasında,
Üç yaşında torununun resmi çıkar
Tüm masumiyetiyle karşına
Ve zamanı hatırlatır sana,
Hani nasıl hızla geçtiğini
Bildiğin halde
Bir türlü inanmak istemediğin
O zaman var ya.!
İşte o zamanı
Haykırır yüzüne acımasızca..
Artık geçmiş anlamsız
Gelecek ise sislidir,
Evlerin gerçek gizemi
Lüzumsuz eşyalarda gizlidir.
EKİM 2024 SUADİYE
SESSİZ HAYKIRIŞLAR
Siz beni
Söylediklerimle tanırsınız,
Suskunluğumu bir duysanız
Utanırsınız..
SUADİYE , ŞUBAT 2025