10 Nisan 2025 Perşembe

UTANMIYORUM




E5 bu saatte yoğun olur,
Sahilden gitsem,
Sağda tersaneler,çiçekçiler,
Bakım evi yolun sonunda,
Deniz kenarında,
Küçük ve sessiz bir yer.
Dışarıda yağmuru üşüten bir lodos,
Rıfat hoca terasta,
Dizlerinde bir battaniye,
Elinde sağ köşesi buruşmuş bir Sözcü gazetesi.
Hocam diyorum, hatırladınız mı ?
Ben Ticari İlimler de öğrencinizdim.
Yüzüme bakıyor,
Tanımadığı belli ama önemsemiyor.
Otur,diye işaret ediyor,
Yanındaki sandalyeye ilişiyorum.
Utanmıyorum,diyor,
Yaşlılığımdan utanmıyorum.
Hocam ne demek, estağfurullah,
Elimi sıkıp susturuyor,
Aslında yaşlılık ayrıcalıktır.
Cenazelerde, ' Her fani ölümü tadacaktır ' derler,
Oysa yaşlılık sadece şanslılara nasip olur  unutma!
İşte bu nedenle,
Ağrıyan dizlerimden,
Kataraktlı gözlerimden,
Acıtan sözlerimden utanmıyorum.
Hocam ne demek, Allah uzun ömürler versin,
Tekrar elimi sıkıp susturuyor,
Ölüme gelince, hiç takmıyorum diyor,
Ben öldüğümde,
İçinde Rıfat hoca olmayan yeni bir dünya kurulur,
Ben kapıyı çeker çıkarım,
Yani, gidenin yokluğu, kalanın sorunudur aslında..
Gazetenin buruşuk köşesiyle oynuyor,
Sen kimsin,beni nereden tanıyorsun ? diye soruyor,
Şaşkınlıkla bakarken,
Arkasındaki hemşire sessizce uyarıyor,
Susuyorum..
Rıfat hoca devam ediyor,
Utanmıyorum,
Sabahı gelmeyen gecelerden,
Ağzımda titreyen hecelerden,
Çözemediğim bilmecelerden utanmıyorum.
Sonra dalıp gidiyor bir süre,
Seçim var martta diyor, unutma !
Hocam öyle de,moralimiz bozuk,
Gidiyoruz ama bir şey değişmiyor.
Yine de vazgeçmeyeceksin diyor,
Öyle zamanlar olur ki,
Verdiğin oy seçtiğini doğrulamaz ama seçmediğini cezalandırır,
İşte bugün öyle bir gün.
Kaybedenlerden olmak,
Vazgeçenlerden olmaktan her zaman daha onurludur,unutma!
Sen git görevini yap,pişmanlıklar yanlış yapanlarda kalsın.
Sehpanın üzerindeki bardaktan bir yudum su içiyor,
Sonra devam ediyor,
Anlamsızca kesilen uykulardan,
Dinlediğim eski şarkılardan,
Gitgide artan korkulardan utanmıyorum..
Lodos ince ince üşütüyor,
Rıfat hoca battaniyesini yukarı çekerek konuşmasını sürdürüyor,
Yarın cumartesi diyor, aileler gelir,
Zaten çoğu için buraya bıraktıklarında ölmüş sayılırsın,
Bazıları gelir ama yoktur,
Bazıları gelmez ama mazereti çoktur.
Ben yine de her cumartesi erkenden kalkıp tıraş olurum,
Kalan tek takım elbisemi giyer hazırlanırım,
Yani, gelmeyeceklerini bildiğim halde,
Oğlum ve torunumun yollarını gözlemekten,
Duvardaki resme dönerek devam ediyor,



Atatürk'ü özlemekten utanmıyorum..
Rıfat hocaya veda edip ayrılıyorum,
Kafam daha da karışıyor,
Sahilden dönsem,
Dönüş tıkalı, İski çalışıyor,
E5 i denesem,
Bu saatlerde okul çıkışı,
Akan trafiğe karışıyorum çaresizce..
Radyo alaturka'da eski bir şarkı,
' Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir ' diyor,
Yağmur hızını iyice artırıyor,
Bu kış hiç durmadı zaten,
Baharı özlüyorum, içim çiseliyor..

İSTANBUL , ŞUBAT 2019

KOKU






Her çocuk kendi kokusuyla doğar,
Sadece annesinin duyabildiği,
Şımarıklığı gizlenir o kokunun ardında,
Acizliği gizlenir kimi zaman,
Yüzüne kapanmayan son kapıdır o,
Sığınabileceği son liman,
Ölen sadece annen değildir yani,
Kokunda birlikte ölür,
Anneni kaybettiğin zaman..









İSTANBUL , KASIM 2018

ŞİİRLER





Aslında sanıldığı gibi kolay değildir okunası şiirler yazmak,
İçinizdeki isyanları kelimelere dökerek değerli kılmak,
Emek ister,
Samimiyet ister,
Yürek ister.
İnanmadığın fikirleri savunmaya,
Yalan haberleri manşet yapmaya,
Sorunları bırakıp kaçmaya,
İnsanları kandırarak politika yapmaya benzemez yani..




İSTANBUL, EKİM 2018

CEBO'NUN ÖLÜMÜ




Temmuz 2018 İstanbul, bir devlet hastanesi girişi,
İnsanlarda telaş,
İnsanlarda endişe,
İnsanlarda korku,
Arka tarafta, koridorun sonunda 112 nolu oda,
İçeriye yavaşça giriyorum,
Oda sıcak ve nemli,
Duvar kenarında bir yatakta,
Bembeyaz yüzlü,yaşlı bir adam kıvrılmış yatıyor,
Cebo'nun yatağı cam kenarında,
Hastalığın çoğunu aldığı ufacık vücuduyla,
Oturmuş gökyüzüne bakıyor,
Gökyüzü derken, o bildiğimiz  mavi değil,
Buluta benzer bir beyazlık ama,bulut değil,
İşte öyle, pis bir İstanbul havası..
Yaklaş diyor bana yavaşça,
Küçülen yüzünde irileşmiş gözlerine bakıyorum,
Korkma diyor,kronometreyi durdurdum,
Ölümdü,zamandı,hiç takmıyorum,
Zaten sonlara inanmam bilirsin,
Başlangıçlara inanmadığım gibi..
İşte bu pencereden bakıyorum diyor haftalardır,
Gün her akşam,ertesi sabah doğmak için ölüyor,
Sabah ta ölmek için tekrar doğuyor,
Bu döngü her şeyde aynı değil mi?
O zaman ,ölüm ne ?, başlangıç ne ?, son ne? ,
Ben diyor,aslında zamana da inanmıyorum.
Kaybolan umutlar bu işin neresinde dersen,
Umut,korkuların anı gözardı etmek için ürettiği bir gerekçe,
Cesursan,bilmediğin gelecek yerine elindeki yaşama bakarsın,
Benim elimde bugün bu ver işte..
Sonra susup bana dönüyor,
Senin tarafta işler nasıl ?
Sözcükleri zihnimde toparlamaya çalışarak,
Bu aralar pek iyi değilim Cebo,diyorum,
Huzursuzum,endişeliyim,kafam karmakarışık.
Yüzünü bana doğru çevirip ,güçlükle gülümsüyor,
Yaşamak zor zanaat derler oğlum,bilirsin,
Sabır ister,güç ister,direnecek göğüs ister,
Yani,soba borusu gibi yürek ister yaşamak.
Sonra ,elimden çekerek yanına oturtuyor,
Yüzüme iyice yaklaşarak,
Bak,örnek veriyim istersen, diyor ve devam ediyor;
Öncelikle,zorlandığın her yokuşun ardında,
Daha da dik bir yokuşun seni beklediğini bile bile,
İlk yokuşu sabırla tırmanacaksın.
Tekerlekleri açılmayan bir uçağın pilotu olduğunu düşün, 
İşte o anda, 
Ellerin titremeden uçağı yere indire bileceksin. 
Üstelik bunu,
Sonunda ölüm ihtimali olduğunu bildiğin halde,
Ölümü hiç düşünmeden yapacaksın.

Günü geldiğinde,
Ellerinden kayarak giden 40 yıllık eşine rağmen,
Hayatı öne alıp,yaşama direnmesini becere bileceksin. 
Hatta yarın, 
Onsuz bir yaşama nereden başlayacağını bilmemene rağmen,
İnatla ucundan yakalayıp bırakmayacaksın hayatı.

Bir gün, hiç hazır olmadığın bir anda, 
Sevilmediğini,istenmediğini hissedebilirsin. 
İşte o an,kapının ardında seni bekleyen zorlukları düşünmeden,
Herşeyi elinin tersiyle itip çıkabileceksin kapıdan. 
Ayrıca bunu,öyle kızdığın falan için değil,
Onurlu yaşamanın herşeyden daha değerli olduğuna 
İnandığın için yapacaksın.

An gelir,hayal kırıklıkları dayanılmaz olur. 
Sürekli yenilmekten yorulduğunu, 
İçinde yaşadığın topluma yabancılaştığını hissedebilirsin. 
İşte o zaman,inançlarını sorgulamak yerine,
Onlara daha da sıkıca sarılarak direne bileceksin. 
Üstelik bunu yaparken,sonucu hiç düşünmeden,
Gerçek başarının direnmekten vazgeçmemek olduğuna 
İnandığın için yapacaksın. 
İnatla ve dimdik ayakta kalmayı becere bileceksin.

Yani,uzun lafın kısası, 
Üzerinde tonlarca yüke rağmen 
Gülümsemeyi becerebilmektir yaşamak..

Odadan çıkarken kafam daha da karıştı,
Cebo'yu son görüşüm olduğunu biliyordum,
Onunla kalıp ölmek mi,
Yoksa yaşamak mı ?
Daha zor diye düşündüm bir an.
Odanın dışında koridor,
Koridorlarda ter,
Koridorlarda endişe,
Koridorlarda telaş,
Dışarıda bir gökyüzü,mavi değil,
Buluta benzeyen bir beyazlık ama bulut değil,
İşte öyle,pis bir İstanbul havası..






KÜÇÜKKUYU, TEMMUZ 2018

YALNIZLIĞIN GERÇEK KOKUSU








Yine o uykusuz gecelerden birisi,
Gece yarısı üç,
Tekrar uyumaya çalışsam,zor..
Siyah kumandayla kırmızı kanallar arasında dolaşsam,
Gece anlamsız ve yalnız, 
Gece uzun ve soğuk..
Kalk diyor şeytan,
Bir küçük el çantasıyla düş yollara,
Ardında hiçbir iz bırakmadan,
Yağmurun geceden ıslattığı caddelerde,
Yasaklı şarkılar dinleyerek uzaklaş şehirden.
Sonra, her zaman aklının takıldığı,
Fakat bir türlü sapamadığın o köy tabelaları var ya!
İşte onlardan birisine kıvır direksiyonu,
Üstelik ardına bile dönüp bakmadan,
Yolun incelerek bittiği son noktaya kadar git.
Aç pencereyi, çek içine yalnızlığın gerçek kokusunu,
Bir köy ağacının altında bekle sabahı,
Üstelik ,dönüş yolunu, seni kimin ne kadar özleyeceğini,
Yani, gecenin sonrasındaki sabahı hiç düşünmeden,
Yaşamının muhasebesini yap o ağacın altında.
Sor kendine cesaretle,
Ardında ki özlem için geri gider misin?
Geri dönmezsen ne olur?
Gidip de geri dönmeyen bir tek sen misin ?






KÜÇÜKKUYU, AĞUSTOS 2014

BENİM İSTANBUL'UM




Ya bu benim bildiğim o İstanbul değil,
Ya da ben bildiğim o adam,
Özgürlük kokardı benim İstanbul'umda kadınlar,
Buram buram..

İSTANBUL, AĞUSTOS 2013

GECELER







Çok acımasız olur uykusuz geceler,
Bir kal gelir geçmez sanki,
O ömrünü hızla tüketip götüren zaman.
Öyle bir hüzün saplanır ki bazen,
Sessizliğine karanlığın,
Dayanmaya sabır yetmez,
Bekleye durursun nafile sabahı,
Gece bitmez,
Yastık bitmez,
Dert bitmez..



İSTANBUL, NİSAN 2012

İKİ ADAM

              




Bıktım içimdeki bu iki adamdan,
Bir yanım Yunus misali,
Her yöne barışık,
Diğer yanım hüzünlü,karmakarışık.
Gönlümün bir yarısı günlük,güneşlik,
Diğer yarısı bulutlu,kapkara,
Bir yanım barışa döner Mevlana gibi,
Diğer yanım isyanlarda, Che Guevara







İSTANBUL, KASIM 2009

SESSİZCE

 

Sessizce olacak ölümün,
Bir kedi gibi mesela,
Ayaklarının üstünde, gururlu ve sakin.
Yatağındaki acizliğini kimseyle paylaşmayacaksın,
Duyanlar 'NİHAYET' yerine, 'ÖYLEMİ' diyecekler yani.
Çok sade olacak gidişin,
Cenazende, ölüm korkusunu aklayan gözyaşlarına,
Zaman ve yer tanımayacaksın.
Öyle 'İz bırakırsan ölümsüz olursun' ,
Gibi sözlere inanmayacaksın.
Bir semt camisinden,
Meçhul bir mezarlığa doğru,
Geldiğin gibi kaybolacaksın..





İSTANBUL , TEMMUZ 2009

KELEPÇE

 


Belirsizlikler sarmış
Dört yanımızı,
Kötü sonlar özgür,
Umutlara kelepçe..

Ne aşk gibi aşk kalmış,
Ne dost gibi dost,
İnce hesaplar özgür,
Saf duygulara kelepçe..

Doğrularla yanlışlar 
Birbiriyle iç içe,
Baskılar alabildiğine özgür,
Düşüncelere kelepçe..

Yaş desen altmış,
Zamanın çıldırdığı yıllar,
Artık zor günler özgür,
Hayallere kelepçe..



İSTANBUL, KASIM 2008

EKSİLER, ARTILAR

 


Michell'in ölümünün ertesi günü,
Suadiye sahilinde yürüyorum,
Deli bir lodos sabahı ve çığlık çığlığa martılar,
Benim kafamda yılların muhasebesi,
Eksiler,artılar..
Bıçakla kazınmış bir bankta
Yaşlı bir çift dalgaların sesini dinliyor,
Gözleri yorgun,bakışları umutsuz,
Çöp toplayıcılar yosunların arasında tırmıklarını gezdirirken,
Düşünüyorum da Mitchell'in ölümü ne kadar erken,
Tam emekliliğin tadını düşlerken,
Kimbilir şimdi hangi mezarlıkta yatıyor..
Deniz hala kıpır kıpır,
Yaşlı çift yavaşça banktan kalkıyor,
Ölümü düşünüyorum bir an,
Aslında ölüm de farklı olmalı diyorum,
Hayatı dolu dolu yaşamasını bilenler için,
Viking'ler gibi,denizin ortasına salınan bir teknede,
Göğsünde karşı koyarak var olmanın kılıcıyla,
Yakılmalısın mesela.




Dönüşte rüzgar karşıdan esiyor,
Yosunların keskin kokusunu duyuyorum,
Hala çığlık çığlığa martılar,
Bense kafamda cevapsız sorularla yürümeyi sürdürüyorum,
Eksiler,artılar..

İSTANBUL, ARALIK 2007


ÇOCUK

 

Benim de bir annem vardı çocuk,
Gölgesinde yalnızlığımı sakladığım,
Babam vardı,
   Omuzlarında korkularımı akladığım,
   İlk aşklarım olmuştu 
   Adlarını sıralara bıçakla kazdığım,
   Umutlarım olmuştu çocuk
   Gökyüzüne bulutlarla yazdığım
İSTANBUL, NİSAN 2008






AMASI VAR

 

İnsanlar gördüm
Yüzleri solgun,sapsarı,
Ellerimi uzattım,tuttular,
Gözlerimi uzattım,umutlandılar,
Umutlandılar,umutlandılar ama,aması var..

İnsanlar gördüm,
Yüreğe yürek,dişe diş,
Bir koltuğunda cesaret,
Diğerinde çaresizlik,
Bıraksan kükreyecek,
Kükreyecek ama,aması var..

İnsanlar gördüm,anlaşılmayan,
Bir yüzü tapılası,diğeri atılası insanlar,
Atılası yüzlerine kör baktığım oldu,
Sonunda gördüm,
Gördüm ama ,aması var..

İnsanlar gördüm,yürüyen,
Koyunlu,kavallı,
İnsanlar gördüm ,yitik,
İnsanlar gördüm,zavallı,
Seçme şansları var mı dedim,kendi kendime,
Belki yok,yok ama, aması var..

İnsanlar gördüm,
Gücün duymak istediğini heceleyen,
İnsanlar gördüm,
Melekle yatıp,şeytanla geceleyen,
Sıktım yumruklarımı bekledim,
Bekledim,bekledim ama,aması var..

İnsanlar gördüm,dilim tutuldu,
İnsanlar gördüm,konuşamadım,tıkandım,
İnsanlar gördüm,insanlığımdan utandım,
Al başını git dedi şeytan,
Git uzaklara,
Gitmek kolay ,kolay ama ,aması var..
İSTANBUL,HAZİRAN 2007


PRETZEL KOKULU İSTASYONLAR

  

Elli yaş dediğin nedir ki..!
Var mısın ?
Yetmişinci yaşını bir tren istasyonunda kutlayalım seninle.
Hani,Avrupa'da o çok sevdiğin,
Trenlerin içine bir panter başı gibi uzandığı,
Pretzel kokulu, 24 saat yaşayan istasyonlar var ya !



İşte onlardan birinde mesela.
Hatta, dışarıya çıktığımızda,
Şehrin akıcı güzelliği ile bizi beklediğini bile bile,
Tüm günümüzü orada geçirelim.
Sen yine aynı kadın,
Alımlı,isyankar ve güzel,
Broşürler arasında dolanırken,
Dar sokaklarında butikleri,
Pencerelerinden sarkan kırmızı sardunyaları,
Meydana açılan küçük kafeleriyle,
İsmini hiç duymadığımız bir yere,
Gidiş,dönüş iki bilet al istersen.





Şehrin sokaklarında anlamsızca gezinelim.
İçimizi bir kafede, 21 Mart 2027 güneşiyle ısıtalım mesela.
Sonra yorulunca,istasyona geri dönüp kalabalığa karışalım,
Bir gün,alacağımız biletin geri dönüşü olmayacağını bile bile,
Yaşam hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayalım..
MART 2007 İSTANBUL

ÜÇLER

 


Yağmur bekleyen İstanbul gibiyim,
Nafile bulutları gözlüyorum.
Yaşam ağır ve nemli,
Üç doğru var aklımda,
Biri sen,diğerlerini bilmiyorum.
Üç soru var kafamda,
Hiçbirini hatırlamıyorum.
İSTANBUL ,HAZİRAN  2007


SİSLER MEYDANI

 

Kara bulutlar sarar Çamlıca tepelerini,
Yolda okul çocukları,kornalar,ziller,
Kapı sisli bir meydana açılır yolculuğun sonunda,
Kimi zaman,beyaz kağıtlara mavi umutlar dolar,
Kimi zaman kağıtlar sarı bir masada buruşur,
Bir damla yaş süzülür hayallerin üzerine,
Umutlar sisler meydanında uçuşur..
İSTANBUL, MART 2005

SENİNLE PAYLAŞMAK

 

Islak bir bahar gününe uyanır Suadiye,
Önce tren ve kaloriferin sesi,
Sonra ellerim sol yanımdaki sıcaklığına dokunur,
Yatağımın yarısı sen,yarısı ben..
Umutla başlar tüm sabahlar,
Gecenin çözümsüzlüğünü,
Sabah kahvesinin köpüğünde gizlemeye çalışırız,
Çaresizliğin yarısı sen,yarısı ben..
Savaş haberleriyle geçer geceler,
Bir pazar yerine bomba düşer,
Arap kadınlar ağıt yakar çığlık çığlığa,
Gözyaşlarının yarısı sen ,yarısı ben..
Bazen Hint motifleriyle süslenir düşler,
Turuncu gölgeler yıkanır Ganj'ın sularında,
Bir Hindu Nirvana'ya, aç eller umuda yükselir,
İsyanların yarısı sen ,yarısı ben..
Her zaman böyle gitmez bu düzen biliyorum,
Balyoz gibi iner ölüm,bir gün yaşamın ortasına,
İşte o an ellerimiz son kez kilitlenir,
Korkusuzluğun yarısı sen,yarısı ben..
İSTANBUL, 2003







ANNEYE ÖZLEM

 


Yeşilköy'de, denizin üstünde hafif bir rüzgar,
Uçağın tekerlekleri İstanbul'a kapanırken,
Arka koltuktan tanıdık bir ses,
Kafamı çevirdim Cebo,
Bir hayli yaşlanmış,omuzlar çökmüş,
Gözler donuk,bakışlar yorgun..
Hayattan,oradan,buradan konuştuk bir süre,
Üçüncü karısından ayrılmış,
Haraç mezat satmış,Aksaray'daki meyhaneyi.
'Tünelin ucu gözüktü oğlum artık' dedi,
Fonda ölüm var galiba..
Sonra benden konuştuk bir süre,
Annemi kaybettim dedim,
İki yıl olacak,
Bir gün yoruldu,yaşını yastığa koydu ve kalkmadı,
Onu çok özlüyorum Cebo.
Esnekliği neredeyse kaybolmuş yorgun yüzünü,
Son bir gayretle soru formuna sokarak baktı,
Geçenlerde yine rüyamda gördüm,diyerek devam ettim,
Bana, 'Neden beni bu kadar özlüyorsun? ' diye sordu,
Ona dedim ki ;
Hani bazı günler arabamın tekerlekleri,
Kendiliğinden Ataköy'e kıvrıldığında,
Kapını çocuksu bir heyecanla açardın ya !
İşte ben senin yaşlı bedenindeki,
Umut dolu o genç kızı özlüyorum.
Sevdiklerimizin bizi üzdüğünü düşündüğünde,
Önce yüzün kararlı bir endişeyle asılır,kelimelerin sertleşir,
Sonra yavaşça yumuşar ve adilce yargılardın.
İşte ben senin taraflı sevgine direnen,
O adalet anlayışını özlüyorum.
İçimdeki en büyük acıları kendime kızdığım zamanlarda yaşarken,
Sadece senin sesini duymak istedim.
İşte o anlarda,
Çaresizliğimi, güven dolu varlığının ardında gizlemeyi özlüyorum.
Ölüm, canlıların en korkulu rüyası,
Ben,senin sevdiklerin için duyduğun endişeleri,
Ölüm korkusunun önüne taşıyan,
O cesur yüreğini özlüyorum.
Cebo,yeter artık dercesine omzumu sıktı,sustum..
Uçak,bahar türbülanslarında sallanarak yol alırken,
Gözlerimiz bir süre,ölümün sırrını ararcasına,
Uçsuz bucaksız maviliklerde takıldı kaldı.
Benim düşlerimde acı bir özlem,
Cebo'nun düşlerinde ise,yıllanmış pişmanlıklar vardı.

İSTANBUL 2003

YAVAŞ YAVAŞ GELİR ÖLÜM

 

Ninen,deden gider bir gün,
Çocukluğun ölür.
Annen ,baban gider sonra,
Kolun,kanadın ölür.
Karda bir kuş çırpınır,gözlerinin önünde,çaresizce,
Gözlerin ölür.
Yalanlar duyarsın söylenen bir hiç uğruna,
Değerlerin ölür.
Mustafa Kemal girer bir gün düşüne, gözleri yaşlı,
Umutların ölür.
Sonra,gün gelir,alır götürürler geri kalanını,
Bir mezar çukurunda biter bu zulüm.
Siz öyle,ağıtlara,göz yaşlarına aldanmayın,
Aslında yavaş yavaş gelir ölüm..


İSTANBUL 2002






 


YANINA GELDİĞİM ZAMAN

 

Seni yitirdiğimden beri,
Ölümden korkmaz oldum,
Hani şairin dediği gibi,
Uyudun,uyanmadın olursun..
Eğer biraz ürperirsem anacığım,
İlk geldiğimde yanına,
Koltuğunun altına sığınırım yavaşça,
Sen beni korursun..

Dedim ya hayır,
Ölüm o kadarda kötü olmamalı,
Huzur dolu bir gizem taşımalı içinde.
Yine de yanına geldiğimde ürperirsem,
Ben sana sığınırım,
Üşürsem bir yelek daha örersin anacığım,
Isınırım..



İSTANBUL 2002

SESSİZ HAYKIRIŞLAR

Siz beni Söylediklerimle tanırsınız, Suskunluğumu bir duysanız Utanırsınız.. SUADİYE , ŞUBAT 2025